İnsanlık Tarihine Düşen Kara Leke: "Halepçe Katliamı..."

İnsanlık Tarihine Düşen Kara Leke: Halepçe Katliamı

 

"Daha dündü taze külleri,soğumamıştı Halepçe katliamının
Bir tek,bebeğine abanmış babanın makus ölümleri kaldı fotoğraflarda…
Tarih seni yenik saymıştı ve de suçlu! ...
Oysa sen suçsuzdun ve de çocuk ey Halepçe… "


         insanlık Tarihinin  en vahşet kokan çöplüğünde yerini alan  Saddam Hüseyin diktatörlüğünün zulmüyle Halepçe'de Kürtlerin yaşadığı trajedi, takvim yaprakları 16 Mart 1988'i gösterdiğinde savaş uçaklarının ürkütücü sesiyle başlamıştı. Bombalar tarihin en büyük katliamlardan birini gerçekleştirme yolunda kentin kalbini parçalıyordu. Bir anda her taraf insan cesetleriyle dolmuş, kentin sokaklarında gezen zehirli gazlar, insanları birer birer yere sermeye başlamıştı.

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen yaraları kapanmadı Halepçe'nin. Zehir yüklü bulutlar bir kabus gibi dağılmadı gökyüzünden, Halepçe'nin yüksek dağlarından... Halepçe kırmızı bir duman bulutuydu.

    Resmi rakamlara göre 6330  insan öldü, binlerce insan yaralandı... Zehirli gazların etkisi yıllar geçmesine karşın etkisini sürdürmekte...

 

    Ancak, Halepçe Katliamı'nın yarattığı toplumsal travmanın izleri kolay kolay silinmeyecek...

Dünya kamuoyunda hala gereken yankısını bulamayan ve insanlık tarihine kara bir leke olarak geçen Halepçe Katliamının ardından tam 24 yıl geçti…

 

Halepçe’nin göze çarpan ilk özelliği Kürt halkının yoğun olarak yaşadığı bir yer olmasıydı
tarihin en büyük katillerinden olan ve idam edilen Saddam Hüseyin’in ırkçı ve haksız siyasetine muhalif olan bölge halkı bu tavırlarını acı bir şekilde ödedi
O güne kadar bir çok kere yapıldığı gibi hakim güçler isteklerinin yerine getirilmediğini öğrenince bölge halkını tamamen ortadan kaldırmayı planladı
             Bunun üzerine daha önce Horoşima ve Nagazaki’de yapılan bu sefer Halepçede uygulandı

     Şehir halkının yani Kürtlerin üzerine kimyasal silahlarla ateş açıldı  Kadın çocuk ayırımı yapılmadan 6330 kişi katledildi  Dünya Halepçeli çocukların cansız bedenlerinde ölümün soğukluğunu ve çocukların saflığını beraber izledi  Saldırılar sonrası bölge halkı tamamen mülteci durumuna düştü
İnsan hakları ve özgürlükleri bir kez daha tüm dünyanın gözleri önünde hem de en acımasız bir şekilde ihlal edildi

 

SADAMMA SİLAH SATANLAR HALA SORGULANMADI!

   

 

           

 
 
 
 
 
 
 
 
         Dünyanın en önemli bültenlerinde ve tirajı en yüksek gazetelerinde bir şekilde yargılanan ve aşağıda gibi ifade edilen katliamın ve Kürtlerin yaşadığı trajediyi de gözler önüne sermekteydi… Ama hala Irak rejimine kimyasal silahı verenler ve bu katliama göz yumanlardan hesap sorulmadı! Her şeyden habersizdi Halepçeliler. Bir anda olup bitmişti her şey. Ne olup bittiğini anlayacak fırsatları bile olmamış, hatta korkamamışlardı bile. Her ne kadar Enfal Operasyonları’nı yaşamış olsalar da, bir saldırı bekleseler de toptan katledilmeyi beklemiyorlardı bir 16 Mart günü. Öğleye doğru geldi uçaklar, rüzgarın yönüne doğru bıraktılar gazları. Öyle ki öncesinde rüzgarın nereden estiğini bile ölçmüştü, Saddam’ın faşist askerleri... MİG 23’tü bombaları atan. Sovyet yapımıydı bu uçaklar. Gazları ise Avrupa’nın demokratik(!) ülkeleri vermişti. Herkes bir şekilde dahil olmuştu Kürtlerin parçalanmasına yıllar önce, şimdi katliamı için de ses çıkartacak değillerdi. Önce helikopterler geldi, sonra uçaklar... Bir bir atıldı bombalar... ‘Başlangıçta çöp gibi kötü bir kokuydu. Sonra elma kokusu gibi güzel bir kokuya dönüştü. Ardından yumurta gibi koktu’ diye anlattı bir Halepçeli genç kız. Karardı halepçe. Kara bir duman çöktü üstüne. Ve bu dumanı soluyan herkes bir bir öldü... İnsanlar, hayvanlar, ağaçlar... Sonra insanlık öldü Halepçe’de... Yarattıkları diktatörün vahşetinde Kürtlerin şahsında birkez daha insanlığı öldürdüler dünyanın egemenleri. Ve insanlığın kanayan yarası oldu Halepçe... Her 16 Mart’ta sızlayan bir yara...

          Dünya tarihine kara bir leke olarak geçen, 16 Mart 1988’de Saddam Hüseyin rejimi tarafından gerçekleştirilen Halepçe katliamının 24. yılına girdik. Çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu katliamda resmi rakamlara göre 6 binden fazla kişi ölmüş, 10 binlere kişi de yaralanmıştır. Ama ölen ve yaralanan insanların sayısının bundan çok daha fazla olduğu da katliamı yaşayanlar tarafından ifade edilmektedir.

             Her ne kadar bu katliamın sorumluları yıllar sonra da olsa yargılanıp cezalandırılsa da, Irak rejimine kimyasal gazları ve silahları satanlar, Kürt katliamına yönlendirenler, onun uygulamalarına sesini çıkartmayan uluslararası güçler suçsuz mu? Çünkü Halepçe katliamı Saddam Hüseyin rejiminin Irak’ta yaşayan Kürtlere yönelik bu ne ilk ne de son katliamı olmuştur. Halepçe katliamı yıllardır uygulanan Kürtleri yok etme stratejisinin bir sonucudur.


 

‘Her sığınak bir gaz odasına dönüştü’

             
Halepçe katliamını yaşayan görgü tanıklarının anlatımı, yaşanan olayın korkunçluğunu gözler önüne seriyordu. “Yüksek tirajlı” dünya basınına verdikleri demeçlerde; “Nesrin Abdülkadir Muhammed isimli bir kadın, Irak Askeri Kuvvetleri helikopterlerinin Halepçe’ye bomba attığı sırada, ailesiyle beraber yaşadıklarını bir gazeteciye şu şekilde anlatıyor: Iraklı peşmergeler İranlı askerlerle beraber Irak’a karşı savaştıklarından ve Irak askerleri geri çekilmek zorunda kaldığından, Nesrin ve ailesi Halepçe’deki evlerinin sığınağında bir Irak saldırısını bekliyorlardı. Saat 10 sularında, Nesrin içerisinde kameralarla görüntü alan ve fotoğraf çeken adamların bulunduğu bir helikopter gördü. Helikopter çok yakına kadar geldi, ancak geri gitti. O sırada Nesrin 16, kız kardeşi ise 15 yaşındaydı. Saldırı saat 11’de başladı ve Irak ordusu Halepçe üzerine napalm attı. Saat ikide bombalama bitti. Nesrin yukarı kattaki mutfağa çıkarak ailesi için yemek hazırlamaya başladı. Nesrin yaşananları şöyle anlatıyor: “Bombalama sonunda ses değişti. Artık ses eskisi kadar yüksek değildi. Sanki patlamaksızın düşen metal parçaları gibiydi. Bu sessizliğe bir anlam veremedik.” Halepçe’ye yakın Yulakan bölgesinde yaşayan Muhammed ise o anı şöyle dile getiriyor: “Bir helikopter kasabaya geri geldi ve askerler beyaz kağıt parçaları fırlattılar.” Muhammed, askerlerin rüzgarın hızını ve yönünü ölçtüklerini anlamıştır. O sırada yiyecekleri toplayan Nesrin, rüzgarın evin içine taşıdığı garip kokular duydu. “Başlangıçta çöp gibi kötü bir kokuydu. Sonra elma kokusu gibi güzel bir kokuya dönüştü. Ardından yumurta gibi koktu.” Aşağıya inmeden önce evlerindeki kuş kafesine baktı, kuşun ölmekte olduğunu gördü. Pencereden dışarı baktığında gördüğü manzara şaşırtıcıydı: “Çok sessizdi, ama hayvanlar ölüyordu. Koyunlar ve keçiler ölüyordu.” Nesrin sığınağa döndü: “Herkese yanlış giden bir şeyler olduğunu söyledim. Havada ters giden bir şeyler vardı.” Bombardımandan kaçmak için sığınağa saklanan ev halkı telaşlanmış, ancak sığınağı terk edememiştir. Nesrin şöyle devam ediyor: “Rahatsızlanmaya başlasak da saklanmaya devam etmeye karar verdik. Gözlerimde çok şiddetli bir acı hissettim. Kız kardeşim yüzüme yaklaştı ve ‘gözlerin kıpkırmızı’ dedi. Sonra çocuklar kusmaya başladılar. Çok fazla acı çekiyorlar ve sürekli ağlıyorlardı. Annem ağlıyordu. Sonra yaşlılar kusmaya başladı.” Her sığınağın bir gaz odasına dönüşeceğini anlayan Irak Hava Kuvvetleri, Halepçe’de kimyasal silah kullanmıştı. Nesrin şöyle devam ediyor: “Havada kimyasal maddeler olduğunu anlamıştık. Gözlerimiz gittikçe kızarıyordu ve bazılarımızın gözleri yaşarıyordu. Kaçmaya karar verdik. İneğimiz bir köşede yatıyordu. Koşuyormuş gibi hızlı hızlı nefes alıyordu. Sonbahardaymışız gibi ağaçların yaprakları dökülüyordu. Keklik ölmüştü. Etrafta yere çöken duman bulutları vardı.” Aile rüzgarın yönüne baktı ve tersi yöne koşmaya başladılar. Koşmak gittikçe zorlaşıyordu. “Çocuklar yürüyemiyorlardı, çünkü rahatsızdılar. Kusmaktan bitkin düşmüşlerdi. Onları kollarımızda taşıdık.” Şehrin diğer kısımlarında da aileler benzer durumdaydılar. Halepçe’nin kuzeyinde yaşayan Nuri Hama Ali, ailesiyle birlikte Irak ordusunun yerinden ettiği Kürtlerin bulunduğu İnab’a doğru giderken gördüklerini şöyle ifade etmiştir: “İnab’a doğru giderken çoğu kadın ve çocuk ölmeye başladı. Kimyasal bulutlar yere yakındı. Ağırdılar. Onları görebiliyorduk. Her tarafta insanlar ölüyordu. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı. Aynı şekilde yaşlılar da bırakılıyordu. Koşuyorlar, nefes alamaz duruma geliyorlar ve ölüyorlardı.” Nesrin ve Nuri’nin yaşadıkları korkunç olaylarla ilgili izlenimleri benzer şekilde devam etmektedir. Sonunda Nesrin ve ailesinin diğer fertleri kör olmuşlardır. Nesrin annesinin İran’da gömülenler arasında olduğunu İranlıların hazırladığı bir fotoğraf albümünden öğrenebilmiştir. Kardeşlerinden beşi ölmüştür. Nesrin’in bir çocuğu olmuş, fakat kalbindeki delikten dolayı üç aylıkken çocuğu kaybetmiştir. Saddam’ın Halepçe’de kendi vatandaşlarına karşı gerçekleştirdiği bu katliam, binlerce insanın hayatını Nesrin’inkine benzer acılarla karartmıştır.

‘Keşke ben de ölseydim’

    
Katliamdan sonra olay yerine gidip bütün vahşeti gözleriyle gören Sabah gazetesinden Ramazan Öztürk Halepçe’de yaşadıklarını şöyle anlatıyor :

       “Biz 21 Mart günü oraya vardık. Dört gün geçmişti aradan ve aynı vahşet gözleniyordu. Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı atılan gazlar sonucu ölmüştü. Bütün sokaklar, caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu. Gördüğümüz bütün insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. En katı insan bile dayanamazdı bu görüntü karşısında. Ben tarif edemiyorum. Katliam demek, facia demek hafif geliyor. Vahşet. Vahşet de hafif geliyor. Dûceyde ve İnab’da gördüklerimizin de Halepçe’den hiçbir farkı yok. Her yer darmadağın, taş üzerinde taş kalmamış. İnab köyü de öyle. Bir tepenin eteğinde kurulu İnab’da yaşayan yüzlerce insan, Irak uçaklarının bombalarından kaçmak için çocukların alıp yollara düşmüşken gafil avlanmışlar. Dere kenarlarında, köyün çıkışındaki yolda, ağaç diplerinde, yerde yatan yüzlerce ceset. Hayvanlar da kaçamamış, çoğu olduğu yerde ölmüş. Köyün hemen yanındaki tepenin ardında ise, insan cesetlerinden oluşmuş bir başka tepecik. Tüylerimiz ürperiyor. Fotoğrafları çekerken ağlıyordum. Allah bir daha bana böyle bir sahne göstermesin.” Güneş gazetesinden Faruk Ölçücü ise vahşeti şöyle dile getiriyordu: “Etrafta hardal gazının yakarak öldürdüğü kadın ve çocuk cesetlerinin resimlerini çekerken, kusmamak için kendimi güç tutuyordum. Halepçe’nin bütün sokakları, Irak uçaklarının attığı kimyasal bombaların etkisiyle katledilmiş Kürt kadın ve çocukların cesetleriyle doluydu. Atılan sinir ve siyanit gazlarının etkisiyle iç solunum sistemleri tahrib olan bu zavallı insanlar boğularak ölmüşlerdi. Dış görünümlerinde hiçbir şey olmayan bu insanlar, sokaklarda uyur gibi yatıyorlardı. Koca kasabada, hayvan dahil hiç kimse kalmamıştı. Atılan kimyasal bombalar, düştüğü yerlerden uzak noktalara, rüzgarın etkisiyle gaz bulutu şeklinde evlerin içindeki odalarda saklanmış insanların da boğularak ölmesine neden olmuştu. Keşke ben de ölseydim.”

Enfal operasyonu ve Halepçe Katliamı

Enfal Harekatı

        Kürtlere karşı uygulanan Enfal harekatı, Baas rejiminin 1968’de iktidarı ele geçirmesinden itibaren uygulamaya konulan bir Araplaştırma politikasıdır. Bu harekatın temel mantığı şöyledir: Toplu olarak yaşayan Kürtler bulunduğu bölgelerden zorla alınarak, Arapların yaşadığı yerlere yerleştirilecek, ve burada asimile edilecek. Bu politikaya karşı direnenler ise yok edilecek. Bu amaçla baslayan uygulamalar yaklaşık 15 yıldan fazla sürdü. Tabii İran-Irak Savaşı, Bağdat yönetimine, Kürtleri dize getirmeyi amaçlayan çabalarını doruğa tırmandırmak için ele geçirdiği fırsatı kamufle edebileceği elverişli bir ortam da hazırladı. O açıdan Enfal harekatı başlı başına İran-Irak Savaşı’nın bir uzantısı olarak görülmemelidir, zira Bağdat’ın Kürtlere yönelik baskı politikalarının operasyon öncesine dayanan 15 yıllık bir geçmişi vardır.

        Enfal Operasyonu ise, 23 Şubat ile 6 Eylül 1988 tarihleri arasında coğrafi olarak altı ayrı Kürt bölgesinde yürütülen ve toplam sayısı sekiz olan eşgüdümlü bir askeri saldırıya verilen addır. Trajik olan, böyle bir göçertme ve katliam operasyonuna Kuran’da geçen bir surenin adının verilmiş olmasıdır. “Enfal” ganimet anlamına gelmektedir Enfal Suresi’nde Müslümanların ordularına düşmanların ganimetini ele geçirme izni verilmektedir. Saddam bu dini terimi kullanarak kendisini İslam’ın temsilcisi, katlettiği masum halkı ise kafir olarak nitelendirmiştir. Operasyon, kendisine Güney Kürdistan’da Saddam Hüseyin’inkilere denk yetkiler verilen Ali Hasan el-Mecit tarafından yürütülmüş ve Kürtler tarafından kendisine “Kimyasal Ali” lakabı takılmıştır. Enfal Operasyonu boyunca binlerce köy tahrip edilmiş, kimyasal saldırıların ardından sivil halk bir araya toplanarak kamplara nakledilmiş, esir muamelesi görmüş ve bu insanların önemli bir kısmı öldürülmüştür. Kadınlar ve çocuklar özel kamplara, yaşlılar güney Irak’a yollanmış, 15 ile 50 yaş arası çok sayıda erkek ise büyük bir gizlilik içinde katledilmiştir. Enfal Operasyonu’nda öldürülen Kürtlerin sayısına dair muhtelif açıklamalar yapılmakla birlikte bu sayının en az 100,000 olduğu tahmin edilmektedir. Kürt kaynaklarına göre operasyon sırasında ölenlerin sayısı 180,000’dir. Operasyonlardan sorumlu “Kimyasal Ali” ise kendi tahminini şu sözlerle ifade etmiştir: “Nereden çıkıyor bu abartılmış 180 bin rakamı? 100 binden fazla olmamıştır!” Enfal kurbanlarının çoğunun, özellikle erkeklerin ve erkek çocukların cesetleri bulunamamıştır.

Halepçe Katliamı

     
İran-Irak Savaşı’nın sekizinci yılında Enfal Operasyonu kapsamında gerçekleştirilen Halepçe Katliamı’nda da binlerce Kürt korkunç şekilde yaşamını yitirmiştir.
Halepçe, Güney Kürdistan’da Derbendihan Gölü’ne 15 km uzaklıkta bir yerleşim merkezidir. Nüfusu yaklaşık 70 bin kişidir. Hemen yukarısında, İran sınırına oldukça yakın Hurmal şehri vardır. Her iki yerleşin merkezi de Irak için stratejik öneme sahiptir. Bu merkezlerin Süleymaniye’ye bağlantıları Derbendihan Gölü’nün güneyinden geçen tek ana karayolu ile sağlanmaktadır...

         Bu bölgeye 15 Mart günü İran askeri birlikleri ‘Zafer-7’ Harekatı adlı genel bir taarruzu başlattı. Celal Talabani liderliğindeki Kürdistan Yurtseverler Birliği’ne bağlı Peşmergeler de İran Ordusu ile işbirliği yapıyordu. İran ordusu ve YNK Peşmergeleri Halepçe’yi geçerek geceleyin botlarla Derbendihan Gölü’nün güneyine çıkmışlar ve Süleymaniye karayolunu tutmuşlardı...Tüm iletişim hatları kesilmiş ve bölge ile Irak’ın ilişkisi kopmuştu. Burada, Irak’ın 4000 civarında askeri bulunduğu ve bu birliklerin içinde de 25’e yakın üst rütbeli kurmayının da olduğu söyleniyordu. İşte Irak, hem İran ordusunun girişi ve hem de bölgenin Kürt Peşmergelerinin denetimine geçtiğini görünce paniğe kapılmıştı.

     Saddam Hüseyin İran Ordusu’nun ilerlemesini durdurmak için Irak Ordusu’nun Kuzey Cephesi Komutanı olan Korgeneral Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî’ye (Kürtler tarafından ‘Kimyasal Ali’ lakabı takıldı) zehirli gaz bombalarını kullanmayı emretti.

        Korgeneral Alî Hasan al-Majîd al-Tikritî de 16 Mart’ta Halepçe’yi tümden yok edecek düzeyde bir saldırı başlatmış, dağa taşa bomba yağdırmıştır... Ve ardından Irak hava kuvvetlerine bağlı 8 uçak (Mig - 23) Halepçe, Dûceyde, İnab, Hurmal ve Sirva kasabalarını kimyasal bir bombardımana tabi tutmuştur. Uçak ve helikopterlerin art arda bıraktığı hardal gazı, sinir gazı ve siyanit gazı bombaları çok geçmeden etkisini göstermiş ve binlerce masum insanın ölümüne yol açmıştır...



 

Dünya devletleri bu olayı kınamakla yetindi

Bölgede hakim diğer güçler ve devletler ise reel politiğin” oporçinizmin ve ırkçı hükümetlerle yönetilen hükümetler kirli çıkarların vermiş olduğu sorumlulukla (!) derin bir sessizliğe büründü

           Bugün Halepçe Katliamı’nın 24.  yıldönümü ve bugün bu katliamın tek teselllisi zalim Saddam’ın diğer zalimlerle beraber olması gereken yerde olduğudur…

'Zalimler için yaşasın Cehennem'

 

**

 

İsterdim

 

Anlatmak isterdim evhamsız bir yarını

Çocukların mavi yüreklerine öylesine…

Yazmak isterdim kavgasız vuslatları

Yalansız bir tarihin ak sayfalarına…

 

Çizmek isterdim barışı semaya

Bulutlar sevgiyle yağmurlara dönüşsün diye

haykırmak isterdim bütün canilere

“Ölüm sizin de yazgınızdır” diye…

 

Yakmak isterdim bütün haritaları

Sınır, mayın, tel örgü kalksın diye

Söylemek isterdim, her dilde özgürlük şarkısını

Yasak koyanlar, dillerinde utansınlar diye…

 

Bitirmek isterdim bütün anlamsız savaşları 

Filistinli, Iraklı, Türkmen, Kürt Afgan çocuk annesi gözyaşı dökmesin diye…

Yeniden koymak isterdim bütün alfabelere w, x, q harflerini

Xezal, Berfin,  Jiyan, Welat kendi dilinde  büyüsün diye…

 

 

 

Yıkmak isterdim bütün zindan surlarını

Güneş yüreklerde aydınlık versin diye…

Çözmek isterdim bütün kelepçelerin şifrelerini

Gönüllerde kin nefret tohumları  kalmasın diye…

 

Toplamak isterdim bütün zeytin dallarını

Mekke’den, Kudüs’ten, Vatikan’dan, Uzakdoğu’dan

Vermek isterdim Müslüman’a, Hıristiyan’a, Yahudi’ye, Budist’e, Yezidi’ye

Haham, imam, papaz, şeyh hoş görüyle barışa yürek versinler diye…

 

 

İmha etmek isterdim bütün silahları

Hiroşimalar, Halepçeler yine yaşanmasın diye…

Hatırlatmak isterdim  çekilen acıları insanlara bir bir

Nemrutlar, Firavunlar yeniden doğmasın diye….

 

 

Olmak isterdim Afrika’da siyahi bir gülüş,

Olmak isterdim Asya’da saçları sarı bir çocuk,

Olmak isterdim Amerika’da bir Kızılderili doğuş,

Olmak isterdim Ortadoğu’da bir Filistinli barış çığlığı…

Ve Olmak İsrerdim Irak’ta Türkiye’de gagasında zeytin dalı olan Bir Barış Güvercini…

 

                                                           Sevgi ve Barışla Kalınız

 
 
 
 

Copyright © 2008 Dündar Sansur.Her hakkı saklıdır.

www.dundarsansur.com

Tasarım:Faruk GÜNEŞ