Elesine...(25) ŞİZOFRENİK SEVGİLİYE....

 

  AŞK KOCA BİR YALAN(mı)!”

”Tanık olduğum bir aşkınlığa atfediyorum”
 

       Hüzünbaz bir Mezopotamya şafağında, vakit Haziran, sınır, yüreğin sessizce çığlıklara gömülmesi, kaldırımlar, son izlerini de siliyor ölen aşkların kan kırmızı siluetlerini ve hayatın anlamını arıyorum, belkide ahmakça bir arayış yada cesurca bir başkaldırış ötelere!. Ve gece içinde yağmur olmasa, hani söyle rüzgar odalarımın perdelerini havalandırmasa ve karanlık bir hayalet gibi ortalıkta zamana karsı ağlamasa anlayacağım. Ayrılık bir başına yalnızlığı anlatıyor bana. Dinliyorum. Hani bir nokta bulur insan dalıp gittiği yerde. O nokta ona konuşuyormuş gibi gelir. O anlatır sen hep ona bakarsın. Aklına takılmayan jenerik yoktur. Bir ucu yanık teknoloji mektuplarının son durağıdır ayrılık. Düşünürüm de hep ayni yerde durur. Biten her cümlenin en sonunda. Biri baslar biri biter.İçimden ne kuşlar göçer oysa. Mevsimi darmadağın eden yaz gecelerinin terasta oturduğum ve yıldızlarına karıştığım cümleleridir ayrılık bana. Hüzün anlamsızdır oysa ki. Hep beklersin hayatında bir şeyleri. 
  

 Sanki o çok uzaklardan yolları katlayıp sana gelecekmiş gibi tatlı bir tebessümle imzalar gözlerini. Her gece ayni yerde oturup seyrederim gecenin ışıklarını. Ayrılmak, bitip gitmek midir acaba?
Yitip yok olmak mi? Her gece perdelerimi uçuran rüzgar yoktur oysa. Oysa sabah yine ayni sabah, aksam yine ayni aksam. Kaldırımlarda kilometre taşına vurulan bedenimin kat ettiği yolculuklara alışması gibi bir şey bu. Alışmak en zorudur düşündüğüm. Alışırsın, kaptırır gidersin kendini yelkenlerine martılar konan teknelerin hızında hayata.

     Dalgaları asıp sığınacak bir liman bulduysan sana umut vardır, ayrılığı unutmaktan yana. Zaman ister bu. Sadece yaşabileceğine emin olmak istediğin masum bir zaman. İlerisini hayal etmek istediğin ve paylaşılmak kavramına kendini adapte edebildiğin bir zaman. Psiko dengelerin alt alta, üst üste sıralanıp her yüzün kendisine ait olan odalarında uykusuzluktur ayrılık.
   Bana öyle gelir ve dengelerin yarısı  baslar, ne gece ne sabah dinlemeden. Yüreğim acıya çoktan alışmıştır oysa.
      
Alışkanlık zor dedirten ayrılığın son noktasındadır. Bakar durur gözlerinin içine ama sen anlayamazsın. Kimse anlamak zorunda değil beni diye düşünürüm bende çoğu zaman. Hem anlasa ne olur, anlamasa ne olur. Okusa da okumasa da unutulur gider insanin içinde o kendisini kabul ettirmek isteyen zamanın kabul edilemez dürtüsü. Bağırırsın ya belki duyan olur. Duysa ne olur onu da bana söyle. Kaç karış büyürsün bu hayata? Kaç karış mezarın olur? Her şey gözlerimin önünde iste. Duvarların yalnızlığı, ışıkların anlamsızlığı, karamsarlığın yüreğine saplanan bir bıçak gibi yalpalayıp duruyorum kendi cümlelerimin içinde. Bu kadar karamsar olma demek, hayat devam ediyor diyebilmek yarına sen de kimsin demekten başka bir şey değildir oysa.
Anlayan varsa cümlelerin başına geçsin. Ayrıldım demek zor ve bir o kadar ayrılıyorum, bitiriyorum demek.

 

        Bunu baslarken düşünmek ya da düşünememek daha zor aslında. Bakıyorum da nelerle uğraşıyorum ben. Dünya almış başını gitmiş, yer yerinden oynuyor bense hala 10 yıldır umarsız bütün saflığımla, sevgimle şiire, yazıya, kitaba vurdum kendimi, kutsal saydığım ama koca bir yalan çıkan aşkın ağlarına takılmış bir sevda kuşunu oynuyorum. Pişman da değilim ya yürek söz dinlemedi hiçbir zaman dostlar hiçbir zaman…

            Yaşamak nedir hadi anlatın kendinize. Cümlelerin ardına sığınarak ağlayın hayata. Seviyorum deyin, yarın nefret edin. Bugün yaşıyorum deyin, yarın yasamaktan bıktım deyin. Ne derseniz deyin ben de anlarım sizi. Kendimi anlamadığım kadar. Şiirlerde yazılarda kuralsızlığı yükleyin sırtınıza çıkın yollara bakalım. Hep ayrı bir yüzde ay ışığı, hep ayni yüzde ayrılığı tadacaksınız.

       Yasadıkça bu korkunun içine sürüklenip acıyı ellerinden tutacaksınız. Mutlaka vardır bir yerlerde, herhangi bir cümle arkasında, alalade bir kelimenin kimsenin farkına bile varamadığı başlangıcında, ne varsa yalanlar üstüne kurulmuş bir hayalet gibi sizi peşinden sürüklüyor işte, olmayacağını bile bile onlarca yıl, o, size yüzündeki sahte gülücükleri bile göstermeyeceğini bilmenize rağmen seversiniz, aldanırsınız onun bütün sürrealist dünyasına, o koca bir yalan olsa da siz seversiniz, aslında paranoyak bir ironidir aşk.. ve ayrılık, onun dünyasında kendisi dışında hiçbir şey yoktu ki, o sadece kendisine aşık bir megaloman, bir başkasında gördüğünde bir sahte gülümsemeyi, o güne kadar basit bir ayrıntı gibi görünen bilinen bir gerçeğinizle bir günahınızla asılırsınız idam sehpasında görürsünüz kendinizi, gözünü bile kırpmadan, acımadan harcanırsınız, bozuk para gibi değersizleşir o (sözde) aşık olunan yüreğiniz, o her şeyimsin dediği, her şeyiniz, bir anda hiçbir şeye dönüşür, anlam veremezsiniz buna! daha birkaç gün önce “sen benim her şeyimsin” diyenin bu Brezilya dizilerinden fırlayan fırlamalılığına!!! .

            Aslında Aşkın mayasında böyle bir kural ve adalet anlayışı yok. Ya (sizin demiyorum) onun yaşadığı bir aşk değil di, yada sadece siz onun korkularla dolu psıkosomatik dünyasına zevk veren bir alışkanlık yaratmıştınız, o aslında bu korkularının açığa çıkmasından o kadar korkardı ki, size asla dünyasını sunamazdı. Siz hep beklediniz onlarca zaman onlarca yıl. Ve yanıldınız… Çünkü o size değil sadece kendisine aşıktı.. Siz onun kendisine olan aşkınlığına bir salatalık katkısı sağladınız sadece! O, ustalıkta bunu size yedirdi ve siz yersiniz... Çünkü siz gerçek aşkı yaşadınız içinizde her şeyinizdi o… Yalansız, çıkarsız, umarsız çırılçıplak, hiçbir şey istemediniz, ne tenini, ne ellerine dokunmayı, bu en masum isteğiniz bile olmadı gerçekleşmedi, olsaydı da olamazdı!

    Çünkü siz onun kadar usta değildiniz bu işlerde. Siz aşıktınız o mış gibi yaptı!, siz onu sevdiniz o kendisini, siz onun yüreğine vuruldunuz o hep o gururla onurlandırıldı… ve en kötü günlerine ona bir salatalık katkısı sağladı aşkınlığınız… Bu dünyada bir kadının en çok onurlandıran şey, ona bir şiir onu şiirle ebedileştirmek, siz ona ne çok yazdınız, o anlamazdı, çünkü onun yüreği aslında yoktu! Hep mış gibi yaptı anlıyormuş, biliyormuş, seviyormuş gibi.yoksa sizi anlardı, severdi görünürdü size!!!!!

      ve siz yediniz!!!   Size düşense sadece trene bakmaktı uzun uzun, hep baktınız o trene ve gelmeyecekti o tren. Ama bıkmadınız 10 yıl geçti gitti tren gelmedi(!!) ama siz hala baktınız(!) çünkü siz aşıktınız, o yalan(dı)… Arada bir masum istekleriniz oldu, gözlerini oynatması gibi, onu 9 salise görmek gibi, parmaklarını oynatması gibi, ama bu olamazdı, çünkü onun parmakları, onun gözlerinin oynatması, onu görmek gibi basit isteklerinizin istenmesi konusunda her zaman bir malzeme hazırdı. Ve siz, hemen özür dilersiniz, bu masum istekleriniz geri çekilirdi. Çünkü o üzülmesin diye, her isteği umarsız gerçekleşirdi kaş çatması bile bir fermandı aşık için, elleri titrerdi yüreği bir güvercin gibi havalanırdı ve heyecan basardı yüreği yerinden fırlayacak gibi olurdu, aman sevgili kızmasın diye… Çünkü o ustaydı siz aşıktınız…  Bir insan 10 yıllarca görmeden, dokunmadan, nerde yaşadığını bile bilmeden birisini sever mi, ya da bu kadar anlamsız ve saf ve tertemiz bir gerçekdışı halayetvari bir isteğe katlanır mı, böylesi bir istenç hayatın hangi mantığında var? İşte, siz aşıksanız bu olur. “Ama gözünüz kördür onun o yalanlarını göremezsiniz, gözünüzde bir perde vardır! O bunu bilir ve hep kullanır ta ki işiniz bitene kadar…. “ Demek bile basit kaçıyor yapılanlara, ama o ustaydı bu işlerde… ve an geldi çattı, sizin işiniz bitmiştir artık, çünkü, onun dünyasında her şey yoluna girdi ve size yer kalmadı, kalamazdı da, 10 yıllarca bilinen bir günahınız saklı tutulan günahınız artık yüzünüze sert bir şamar gibi çarpıtılmalıydı,yüreğiniz kanar, kalbinizin dehlizlerinde depremler yaşar, enkaz yığınları arasında bin parçaya bölünür o kutsal duygularınız.. O, acımasızdır artık, bilinmeyen yüzü, görünmeyen taş kalbi artık devrededir. ve o, bunu yapmalıydı. Çünkü bu ustaca hazırlanmış bir senaryoydu. Sizin artık onun dünyasında işiniz kalmamıştı. Aranızda hiçbir zaman “mesele-sorun-problem vs olmayan” dağlar birden çoğalarak ortaya çıkar, “meğerse aralarında koca koca dağlar vardı”

   

        Neden ama, daha önce bunu demiyordun dediğiniz de ise” ama ben o zamanlarda daha çocuktum ağır bastı sevgim o zamanlar, (hangi zaman dilimiydi o zamanlar oda bilinmiyor ya)” diyecek kadar da ustaydı bu işlerde

ve aşk ve siz, Yapılan bütün salata çeşitlerinde kullanıldınız hatta Akdeniz salatasında bile yeriniz hep vardı, ama artık işiniz biter. Çünkü onun yıllar önce dediği gibi 28 yaşında evleneceğim 30 yaşında çocuklarım olacak” ama siz uyanmamıştınız! Çünkü siz aşıktınız!  Aslında aşk bir çeşit kerizliktir diyordu bir şair, ve bu şair, bu sözü bu salak aşık için kullanmıştı(!). 10 yıllarca kendisine ait  hiçbir somut iz bırakmadan birisini kendisine aşık ettirmek ustalık işi gerektirirdi! Buna inanmakta ustaca bir saflık (aşk) gerektirir di. Aşk bu olsa gerek yada kerizlik(!) sizin bir ilişkiniz yoktu ve hiçbir zaman olmadı, sadece bir iletişiminiz vardı! Buna aşk dilinde aşık olana göre ilişkiydi! Çünkü o, gerçekti, en azından onun gerçek olan masum yalanları vardı, ama diğerinin kanıtsal bir simge-sel gerçek yada yalanı bile yoktu(!) bu ilişkide(iletişimde)

      Ayrılık vakti yaklaşırken verilen sözler unutulur, havada uçuşur bütün seni sevmelerin, “daha dün her şeyimsin” demelerin yalan çizgileri, yüzünüze yansır o artık yüzünüzün koyaklarında birer kutsal ahittir, sizin için…

Ama o, yıllarca bilinen gerçeği “ama’yı” artık kullanmalıydı ve siz idam edilmeliydiniz... Ona göre siz, bir yalan olarak kalacaktınız, ama aslında koca bir yalan olan var olmayan bir gerçek bir hayaletti o...

    Ama o, hala aşık o, olmayan bir hayalete… Şiirlerce, kitaplarca, yazımlarca sonsuzlarca…  vs vs....

 

Yüreği hala çocuk “insana atfen ve” sevgilerle…


 
 
 
 

Copyright © 2008 Dündar Sansur.Her hakkı saklıdır.

www.dundarsansur.com

Tasarım:Faruk GÜNEŞ