ÖZLEDİK SENİ BE İKİ GÖZÜM…

 

 

 

 

“Ahmet Kaya’nın Anısına…”

 

 

Yansıması, ıssız sokaklara belli belirsiz vuran ve kaybolan küçük ıslak, ışıltı gibi şaşkın birer mecnun gibi seni kaybetmeyi hala bir şaka gibi anlıyorlar, be iki gözüm... Tıpkı bir mevsimlik yaşamlarında bir görünüp kaybolan ateşböcekleri gibi... Hiç kimse alışmadı alışamadı daha yokluğuna, herkes zamansız gidişine ağlıyor be iki gözüm… Çocuğunu kaybetmiş bir şehir ve ülke, öksüz kalmış bir fakir hüznü ve yitik bir yarın kokuyor yokluğunda bu ülke…

 

    Seninle büyüdük, seninle büyütüldük, seninle sevdik, sevildik, ağladık, güldük, zulme haykırdık, zalime şarkılarla şiirlerle küfretmeyi öğrendik, çığlıklarla sözcüklere derdimizi anlatmayı seninle bildik senle bildik.  Dik duruşunu, aşk eyledi kırılgan yüreklerimiz, gülüşünü umut bildik, siyahı seninle sevdik, siyahın siyah olduğunu aşk kokan sözcüklerin betimledi betimsiz bir yarına…

      

     Hala  ıslak bakıyor, şafak türküsünü söyleyen dudakların, hala sıcak bakıyor, dersim dört duvar içinde gülen ışıl gözlerin, bir gökyüzü sevdasıydı sana atfedilen çocukların giderken arkandan hüzün bakışları be iki gözüm… Bir sevgili, bir yaren, bir dost, bir aşk, bir yoldaş bir ana, bir sevgili(m) gibi seni ne çok özledik be iki gözüm…

 

     Şarkıların hiç susmadı, şiirlerin hala tandır sıcaklığı kokuyor ekmek gibi su gibi şarap gibi yıllandıkça daha çok özlenen bir masal demisin yaralı bir yürek dinginliği gibi hala fotoğraflarına bakıyor bayram sabahlarının taze deminden çıkıp ellerinde şeker torbası bir gülüş tazeliğinde…

  

            .........Daha alışamadı hiç-bir (…) çocuk yokluğuna, daha alışamadı yokluğuna Nazlıcan, Bedirhan ve biz…

          Daha alışamadı yokluğuna Nergizlerin sen kokan baharları. Daha alışamadı yokluğuna zulamda seninle büyüttüğüm şarkılarım, yarım kalan şiirlerim ve aynalar..

     

 

     Daha alışamadı yokluğuna barışın, özgürlüğün ve onurlu yaşamların aşkına aşık yürek sevdalıları… Daha alışamadı yokluğuna dört dünya dört mevsim ve dört pare… 

   

    ***    

       Yine bir Şubat akşamıydı, sana, yüreğine Türkülerine ve “adam gibi adam” duruşunu hazmedemeyen insan elbisesi giymiş zevatlar, sana kustular bir kurşun gibi yüreğine saplanan çatal bıçaklarla tarihe kendi adlarına kara bir leke bırakarak.. Onlar, sözüm ona sanatçıydılar onlar, sözüm ona aydındılar, onlar sözüm ona aslında hiçbir şeydiler. Ve şimdi onlar, sana çocuk yüreğine sapladıkları çatal bıçaklarla yatıp kalkıyor azapla dolu-yorlar...

    

       Tarih yine bir Şubat ve seni adam gibi adam dostların, sevenlerin hep seveceklerin hala yokluğuna ağlıyorlar, kar düşüyor avuçlarına şarkıların yine bütün frekanslarda radyoların “dostum dostum güzel dostum bu beter çizgidir bu, yaprak döker bir yanımız, bir yanımız bahar bahçe diyor… Seni çok özledik be iki gözüm…

 

 

        Yoksun! Yarım bir şiir ve sonra yokluk. Tamamlandı işte hayatın tanım denklemi. ve sende gittin zamansız ve derin bir acıyla be iki gözüm… Olsan ve gelsen, yarılanmış bu şiirin diğer yarısını şansızlığa bırakmazsan diyorum.. Mırıltılarım gecenin yaprağından kayarak uluorta çınlıyor duyuyor musun? İki gözüm…  Yazılmamış bir şiir kadar asil duruşu, bestelenmemiş bir şarkı kadar aşk dolu çocuk kalbi, daha yaşanmamış bir bahar kadar yüreğinde milyonlarca çiçeğe su veren bir faraşin berraklığıydı o…

  Ne zor yazmak onu, kelimeler anlamsızlaşır, yitirir hafızasını garip bir  hayyam…

        

 
Umarsız bir yarına doğan güneşe benzer Botana gülümsemesi, yılanlara da sırlatanlara da, güle de, güvercine de ışığını bırakan cömert bir güneş gülüşüydü varlığı, derinliği sevdası, şarkısı şiiri bir yaşamın kıyısında açan bir çiçekti o…

  

   Uzun bir yürüyüşün ve bitmesiz bir beklentinin kan teri içindeki, her zaman sevgisinin gölgesinde hüzünlenen bir yürekti o….

    “Ağlama bu günler gelir de geçer babam Ağlama bu dertler elbet biter babam Ocaksız köylerimde dumanlar tüter elbet Ben yandım sen yanma allah aşkına “

 

 

       Umudunun kıraç yansımalarıyla yaralanmaya; yaralarından hep uzaklarda ve ebediyyen uzaklarda olacak sevdâsı için özlem kanları, yangın yaşları akıtmaya razı; mutlu ve neşeli görüntüsüne hüznünü ambalajlayan büyük insan.. seni özledi leylaklar, güvercinler, akasyalar seni özledi, yer gök seni özledi, çocuk kalan yüreğim, şarkılarınla büyüyen yüreğim.. 

  Seni anlatmak, ne zor be gözüm, kifayetsiz kalıyor sözcükler, yetim kalıyor imge. ve yarım kalıyor, şiir, aşk ve gülüş...

Seni anlatabilmek seni, namussuza haldan bilmez kahpe yalana ne zor be gözüm....

 

                                     ****

       Ne de güzel söylerdi; "Kim susturabilir bizim türkümüzü kim Biz ki bu hasreti semahların seyrinden alıp gelmişiz Biz ki onu sitemkar anaların kirpiğinden derlemişiz Süzülsün de acının derin izler bıraktığı gül yanaklardan Yere dökülsün istemişiz Bizim türkümüzü rüzgar söyler her gece Ay vurdu...Türkülere ilişmeyin Türküler nehirdir gecenin bağrına akar Fazla eşelemeyin kardaş Taşınca ne siperler kalır ne dev barikatlar Deşmeyin diyorum deşmeyin Kim susturabilir bizim türkümüzü kim Biz ki nice amansız badirelerde serden geçmişiz Biz ki ilmikler boynumuza takılıyken bile türkü söylemişiz Sonra ırmak boylarında göğertip körpe otların serinliğinde Dağlara emanet etmişiz Biz ki her yangının külünden diri canlar yaratmışız Bizki mazlumların defterine kanlı resimlerle sıralanmışız Banaz yaylasından kerbelaya kar götürsün turnalar Ölürüz sanma kardaş Dostun attığı gülden yaralanmışız Türküleri dövmeyin Türküler gökyüzüdür karanlığa yıldızlar çakar Üstümüze gelmeyin kardaş Namuslu bir devrimcinin alnında kavga ışıldar İncitmeyin diyorum incitmeyin Kim susturabilir bizim türkümüzü kim Bizki karacaoğlanı aşkla veyseli toprakla yüceltmişiz Bizki köroğlunun narasıyla nice beyleri yere çökertmişiz Yine de masum bir bebek gibi avuç avuç sevdamızı Kalanlara vasiyet etmişiz Adam dediğin sapına kadar yiğit olmalı Ne karıncayı incitmeli ne ozanları yakmalı Öyle sansar gibi punduna getirmek de neymiş Adam dediğin kardaş Yüreği varsa eğer getirip ortaya koymalı Türküleri yakmayın Türküler çiçektir en umutsuz zamanlarda açar Kavgayı uzatmayın kardaş Yüzyıllardır tuz döke döke çürüdü bu yaralar Kanatmayın diyorum kanatmayın. "

"Yine onun can dostu Yusuf Hayaloğlu'nun dilinden Ahmet Kaya’nın söylerken bizi ötelere taşıyan bu şiiri ne çok şey anlatır oysaki"

   

 

    Yüreği güvercin titrekliğiyle zamansız ötelere giden sevgili Ahmet Kaya, sevgili dediğim büyük ozan, kahramanım, seni çok özledim be iki gözüm, yetim ve öksüz bir yarın bakıyor sensiz kanayan sol yanım… Ama, biliyorum, ölüm yoktur, “ve sen ölmedin” yıldızlar başka bir kıyıda doğmak için batarlar…

o kıyıya selam olsun bin kez, milyon kez… Ruhun şad olsun...

 

    Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük sanatçılardan “sürgüne gönderilip, hayatını sürgünde devam edip yine hayatını sürgünde kaybeden büyük ozan Ahmet Kaya’ ile ilgili yazdığı yazıyı okurken duygulandığım ve tarihe bir not düşüren Star gazetesi yazarı değerli arkadaşım, Kudret Köseoğlu’nun “aşağıdaki” yazısını yazımla birlikte” aynı zamanda sizlerle paylaşmayı bir görev bildim…

 

 

     "Ahmet Kaya’yı Yad Ederken Onu Sürgüne Gönderenleri Ve Onu İftiralarla, Hakaretlerle Adım Adım Ölüme Sürükleyenleri İse, Bir Kez Daha Şiddetle Anıyor Ve Kınıyorum…" 

 

 

                                     ****

"Ahmet Kaya adım adım ölüme nasıl gitti  10 Şubat 1999’daki MGD gecesini herkes hatırlıyor... Ahmet Kaya o gün ödülünü alırken “Önümüzdeki kasetimde Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı söyleyeceğim ve Kürtçe bir klip yapacağım” demişti...Ve bu söz üzerine salonda bir linç atmosferi doğmuştu... Sonradan Kaya ailesinden özür dileyen Serdar Ortaç, çıldırmakta olan kalabalığa daha da gaz vermişti... Magazinciler Şenay Düdek ve Müge Anlı, yapımcılar Tunca Yönder ve Levent Altınay Kaya’ya saldırmıştı, insanları Kaya’ya saldırmaya teşvik etmişlerdi, çatallar bıçaklar havada uçuşmuştu... Bu dört isim de bu yaptıklarından ötürü hâlâ özür dilemedi...

Bu olayın ardından elbette İkitelli medyası boş durmadı. 11 yıl evvel tam bugünlerde başlayan bir medyatik linç operasyonuna girişti İkitelli kalemşörleri. Bu operasyonun sonu ise ölümle bitti...

 İşte Ahmet Kaya’nın adım adım ölüme gidişi...

Olayın hemen arkası 12 Şubat 1999 Hürriyet’te ‘Ahmet Kaya yuhalandı’ spotuyla haber yapılmış. Bir diğer İkitelli gazetesi Posta’da ise Ayhan Kimsesizcan imzalı haber başlığı ‘Kaya şov yaptı, ortalık karıştı’ şeklinde... Hem Hürriyet’in hem Posta’nın haberinde Kaya’nın söyledikleri tamamen çarpıtılmış... Sözde Kaya “Bu ödülü Kürtlük adına alıyorum. Kürtçe klip çekeceğim. Bu klibi yayınlamayan televizyonların tepesine bineceğim. Kürtlüğümü kafalarına vura vura kabul ettireceğim” demiş...Tamamen yalan ve iftira. Maksat bu yalanlarla kitleleri Kaya’ya karşı kışkırtmak...

Devamında İkitelli medyası daha da azgınlaşıyor...14 Şubat 1999 Hürriyet’in manşeti: Ayıp ettin ‘gözüm’  ... Ahmet Kaya Abdullah Öcalan’ın resmi önünde, arkasında bir Kürdistan haritasıyla şarkı söylüyor. Fotoğraf bu...” Ahmet Kaya’nın PKK gecesinde Apo’lu Kürdistan haritası önünde konser verdiği ortaya çıktı” deniyor haberde. Kaya’nın “Dağdaki adamın paraya ihtiyacı var. Para gönderelim arkadaşlar” dediği yazılmış haberin devamında... Kasım 1993’te verilmiş bu sözde konser... Aynı gün bu manşeti attıran Ertuğrul Özkök ‘Güzel Magazinciler, Çirkin Adamlar’ diye bir yazı yazıyor...İşte o yazıdan bir cümle: “O gecede her şey çok güzeldi. Bunların içinde bir tek çirkin adam vardı. O da Ahmet Kaya idi”...

Aynı 14 Şubat günü Bekir Coşkun da şöyle yazıyor “Ben zaten Ahmet Kaya’yı sevmem. Böyle bir gecede kovulması umurumda değil. Bir sanatçı bölücülük yapıyorsa, halkına kötü mesaj veriyorsa elbette kovulur”...Linç ve cinayet girişimini destekliyor adeta Bekir Coşkun... İki gün sonra 16 Şubat’ta ise Fatih Altaylı şöyle yazıyor “Kültürsüz, ne dediğini bilmez, cahil ve basit adamsın Ahmet. Bu Ahmet’e “İdeoloji nedir?” diye sorsan “Yenir mi?” yanıtını verir”...

Derin yapılanma-İkitelli işbirliğiyle yaratılan bu haberler ve yazılardan sonra savcılar Kaya’ya davaları basmaya başlıyor... Ahmet Kaya o tarihte Berlin’de olmadığını, öyle bir konser vermediğini söylüyor. Savcı ‘Basında çıkan bilgi ve belgelere dayanarak’ davayı açtığını

açıkça belirtiyor resmi yazısında. Sonrasında bu ‘Apo’lu Kürdistan haritalı fotoğraf’ Hürriyet gazetesinden savcı tarafından isteniyor... Hürriyet Hukuk Bürosu’nun resmi cevabı şu: 14.02.1999 tarihli nüshamızda “Ayıp Ettin Gözüm” başlığıyla yayınlanan habere dair elimizde kaset, fotoğraf, görüntülü ses bandı v.s doküman bulunmamaktadır”...

Çünkü o harita fotomontajdı...O harita Ergenekonvari yapılar tarafından üretilmiş ve Hürriyet’e servis edilmişti. Geri kalan Kaya’nın ağzından aktarılan sözlerin tümü yalandı... Kaya’ya yönelik bir linç operasyonu amaçlı olarak İkitelli medyasında yayınlanmıştı...Fakat İkitelli medyası burda da durmadı...

20 Temmuz 1999 tarihli Hürriyet’te bir manşet daha attı Kaya’yı hedef alan: ‘Vay şerefsiz’...O günün sürmanşeti ise şu idi ‘Çıplak ayaklı Merve’... Derin yapılanmanın hedefinde olan biri Kürt, biri dindar iki insan yok edilmek isteniyordu... Merve Kavakçı ile ilgili haberin devamı şöyleydi “ABD vatandaşı olduğu ortaya çıkan ve vatandaşlıktan atılması gündemde olan Merve Kavakçı başını örttü, ayağını açtı”... Kaya’ya dair ise haber şöyleydi “Münih’te konser veren Ahmet Kaya, Türkiye’ye hakaretler yağdırdı. Türkiye’ye ‘’Şerefsizlerin ülkesi’’ dedi”...Bu arada resim olarak derin yapılanma imalatı fotomontaj Apo’lu sahte fotoğraf konmuştu...O günkü yazısında Fatih Altaylı şöyle yazmıştı “Parayı veren Ahmet’i alır. Ahmet, yalancı haysiyetsizin biridir. Avantayı nereden buluyorsa ona göre bağırır...” Bu derece pespayeleşmişti Altaylı...

Bu haberler üzerine Ahmet Kaya Türkiye’yi terk etmek zorunda kaldı. Çünkü her yerden tehdit alıyordu artık. İkitelli medyası kendisini canlı hedef olarak gösteriyordu... Eşi Gülten ve kızı Melis’le Paris’e yerleşmişti... Ama İkitelli medyası ve özellikle Hürriyet hâlâ tatmin olmuyordu...

2 Eylül 1999’da bir manşet daha attılar “Şerefsiz, işbaşında”...Yine o yalan ve sahte harita...Yine Kaya adına uydurulmuş bir sürü yalan demeç...

İkitelli medyası, özellikle Özkök yönetimindeki Hürriyet gazetesi Ahmet Kaya’ya bu ülkeyi dar etti. Kaya, bu ülkeden kovuldu. Yalan belgeler ve haberler bahane gösterilerek bir sürü ceza aldı. Ama hâlâ İkitelli bir yerden aldığı emirle yayına devam ediyordu...En sonunda bütün bu linç operasyonuna Ahmet Kaya’nın kalbi dayanmadı...16 Kasım 2000 günü Kaya vefat etti....

O günden bu yana şu 11 yıl içinde ne Ertuğrul Özkök özür diledi... Ne de Bekir Coşkun... Ne de kurumsal olarak Hürriyet gazetesi... Herhangi bir Hürriyet yazarı da yüreklice çıkıp “Benim gazetem Ahmet Kaya konusunda ayıp etmiştir” deme cesaretini bile gösteremedi... Bu onlar adına da utançtır...

Biz yine de iyi niyetle yeniden soruyoruz...Özür dilemeyecekmisiniz Ertuğrul Özkök? Eşsiz kalan Gülten Kaya’nın ve babasız kalan Melis Kaya’nın yüzüne nasıl bakacaksınız? Allahaşkına dürüst olun... Bu yaptıklarınızdan ötürü hiç utanmıyormusunuz? Hiç mi vicdanınız sızlamıyor?

Ya siz diğerleri? Siz de yine suskunluğunuzu koruyacakmısınız? Yine mi lafı dolandıracaksınız? Sizlerin de bu olayı hatırladıkça kalbiniz acımıyor mu?  Ve zannetmeyin ki karanlık siciliniz sizi takip ettiği için bugün geçmişin üzerindeki örtü çekilirken aydınlığa karşı kendinizi siper edişinizin de farkında değiliz. Her açılan dosyanın sizi neden ürküttüğünü bilmediğimizi zannetmeyin... "

       Sevgi ve Barışla Kalınız...

 
 
 
 

Copyright © 2008 Dündar Sansur.Her hakkı saklıdır.

www.dundarsansur.com

Tasarım:Faruk GÜNEŞ