Ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu, hangi rüzgar savurdu unutulmuş ülkeye ne zaman konuşacak içinin ırmakları ne zaman uyanacak uykusundan mavi uzak bir şehir için karartırır yüreğimi ölü evleri gibi kapanır gece üstüme ey kimsesiz yerlerin yaralanmış çocuğu ...
Günlerdir yarım bir şiiri gezdiriyorum koynumda Sabırsız;aceleci,acılı Bir iç çekiş geçen yıllar yapılar sokaklar caddeler aynı,hiç değişmemiş, değişen bir benim geçip giden gençliğim Cebimde sevdiğimin mezarından kalma çiçekler yüreğimde kanat çırpan şiirin. yarım kaldı şiirin ,tamamlayamadım aşkınlığım(a), dolu dizgin eksilmeye hazırım... bekle beni.
Özlemek!
Yeryüzünün ruhu bu gece daha da yakın bana; Şehri Botan’da…
İnsanın her yerde acı çektiğini görüyorum, saf ve hafif günün arayışı, geçen hiçbir günün ardından tükenmek bilmiyor. İşte ben zavallı çılgın, neysem oyum şimdi de! Hey dolunay! Bana kağıt, kitap yığınları üstünde göründün yine bu gecede.
Ah, senin sevimli ışığında dağ tepelerinde gezinebilseydim, kara oyuklar çevresinde ruhlarla uçabilseydim, alacakaranlığında çimenler üstünde dolaşabilseydim, bütün bilgi sislerinden ve bilmem gerekenlerden sıyrılıp senin şebnemlerinde yıkanarak sağlığa doğabilseydim… Ah dolunay o kadar uzaksın ki bana ve ben seninle olma özlemiyle yaşıyorum bu geceyi de…o kadar güzelsin ki!!! Şu an özleminin kıraç yangınlarına susamanın etkisinden kurtulamayan kalbim, artık hiçbir acıya kapalı kalmamalı: ‘ eğer , geçen ana dur, o kadar güzelsin ki dersem… o zaman beni zincirleyebilirsin. O zaman sevinçle yok olmaya razıyım. O zaman ölüm çanları çalabilir. O zaman görevim bitmiş olur. O zaman saat dursun,yelkovan düşsün, vaktim tamam olsun…
’Ey özlenen, içimdeki masum çocuk, ben senin ışığında gömülüyorum yine düşüncelere, bir çocuk gibi oyun oynuyor düşlerim , düşüncelerim. Zeka denilen şey aslında ahmaklıktan başka bir şey değildir, niçin masumluk kendi kutsal değerini bilmez? Oysa yapılacak tek şey kendini bütünüyle vermek, sonsuz olması gereken mutluluğu duymak değil midir? Umutsuzluk mudur bu? Hayır sonsuzluktur. Ad bazen göklerin parlaklığını sislendiren bir sestir ama, duygu her şeydir ey sevgili! İnsan için tam olan ne var ki yaşam da?istekten zevke doğru akacak,zevkin kucağındayken gene isteğin özlemini çekecektir. İnsanoğlu bu ikilemden asla kurtulamayacak. istek, zevk,gene istek,gene zevk, yeniden istek,sonunda; keşke bu dünyaya hiç gelmeseydim…
İşte insan olmanın ayrıcalığı …. Fırtınadan sonra gökte ebemkuşağı görünür. Ebemkuşağı insanlık eyleminin göğe vuruşudur bilir misin? Bu renkler hayattır. Yalnızlık içinde yaşayan, çevrelerinde ne mekan, ne de zaman bulunmayan Tanrıçalar anneleridir. Oluşum değişim…işte annelerin sonsuz düşüncelerinin sonsuz diyaloğu…güzellikleri yakaladığını sanırsın, elinde bir süpürge sırığı,bir değnek,bir mantar kalır.insandan her zaman kaçacak olan, sükunu tatmaktır. Sevgili, sağduyumun son yargısı şudur; Hayat o kimsenindir ki, her gün onu kendinin eder. Ey sevgili,(m) ben senin o parlak ışığında yine haykırıyorum!!!!Özgür bir toprakta,özgür bir halk arasında bulunmak istiyorum. O zaman geçen ana, dur o kadar güzelsin ki, diyebilirim, işte o zaman yeryüzünde geçirdiğim günlerin izi kaybolmaz.
Şimdi ben böyle bir mutluluğun önsezisi içinde, şimdi, o en yüksek anın zevkini tadıyorum ve biliyorum ki; çok uzakta “gözlerin gibi Akdeniz kokan” öyle bir yer var, o yerlerde mutluluklar……
paylaşılmaya hazır bir hayat var…….
Yinede özlemler gözlerine büyütülür kaldırımlarına korku psikolojisinin sindiği bu şehirlerde…
Yine özlem ve yinede umutla içimdeki masum çocuksun.
Özgür bir yarına büyütülmeyi bekleyen…
Sevgi ve Barışla vs...