“CEMRE DÜŞÜ….!”
Bedenimi karla kaplayan örtünün altında
Üşüyen ellerimi sana uzatırdım,
Ellerin uzaktı, kanayan sensizliğime
Çocuk gözlerineydi bendeki telaş,
Pençeleri beni boğuyordu gecenin
Tarih, yeni bir başlangıca gebe kalırken,
Yarım kalmış bir gülüştü gidişin
Noksan bir şiirdi şairin defterinde
Tehcir oldu yüreğim …
Kar ve buzullar arasında yanan
Bir lem’a ararken gözlerim.
Seni düşündü gözlerim, seni aradı
Ay ışığında ısınmak için…
Seni duydu, uğultuların arasında
Sevgiyle titreşen daüssıla sesini…
Asude gecelerde sessizleşirken dünya,
Sen böylesine ırak
Geceye inat, ben cemre düşümü özlüyordum
***
Suskunuz... Hem de çığlık çığlığa bir suskunluk bizimkisi...
Bu konuşacak bir şeyimiz olmadığından değil. Konuşmaya çalıştığımız şeylerin,
alıştığımız yalnızlığımızdan uzaklaştırması aslında bizim korkumuz...
İkimizde cesaret edemiyoruz. Öylesine alışmışız ki içimizde büyüttüğümüz
yalnızlığımıza. Seviyoruz onu. Bekli de yaşandığında yok olacağı korkusu bizi
tereddütte düşüren. Kaybetmekten korkacağımız bize ait bir şey oluşturma
kaygısı...
Sen yapamadığın hamlenin, hayatın boyu inanmak istediğin değerlere sahip gibi
gördüğün düzeni yok etme girişiminden Başka bir şey olmayacağını düşündün hep... erteleyerek bir aşkı hep bir sonraki fasıla. Ama bilmelisin ki zamana karşı ordular yenilir imparatorluklar yıkılır bir bir!!! Zamana yetecek kadar sen yok ben bile yetemem sendeki bana, bendeki sana rağmen!!! Zaman kazanır sen kaybedersin kemirir içini ertelenmişliklerin ve yaşanamamışlıkların-yaşanmamışlıkların ızdırabı ve sonrası ahir zaman derdi bir ozan…
Bense yılların verdiği bir alışkanlıkla içinde var ettiğim bana daha fazla acı
vermemek için susmayı tercih ettim...
İçimden çığlık atarak susuyorum... Susuyorum... İçimde o kadar güzelsin ki...
Sana susuyorum...
Demiştim ya "yüreğim susmayı öğreniyor". Aslı yok. Sevdiğini anladığında içinde
duyduğun çığlığın yankısı hiç bitmiyor. O hiç susmayacak... Her gün, her saat
bana haykıracak, bağıracak, parçalayacak içimi. Benimse yüzümde o gülümsemem yer
edinecek tekrar...
Her soğuk üşütemediği gibi, her ateş de yakamazmış insanı... Üşüyorum; alev alev
üşüyorum... Hani saatlerce sessiz, tek kelime etmeden sana ait(!) o fotoğraflara bakışlarım var ya; gözlerinde beni ısıtacak olan anlamları yakalamaya çalışma çabamdan başka bir
şey değil... ama olmadı hiç duymadın beni ve içimdeki o betimsiz çığlığı…
Ve her yakaladığımda kaybettiğimi hissetmemden öteye gitmeyen bekleyişler... Ve
her kaybettiğimde yeniden yakalama çabam..
Seni bütün yalnızlıklarımın faili sayıyorum, zamansız inmiş akşamın karanlık ve puslu dilimi... Ölmeliyim mutlaka adımı bir katilin künyesine kazıyorum, içimden düşürdüğün umudumun kalıntılarını topluyorum yağmurdan kalma kaldırım ıslaklığında, taşa tutulmuş bedenimin çoğalan sancısıyla, derlenip gülmeli diyorum yeniden bir bahar,yüzünü aldığın yerde büyüyor boşluk, uzak ihtimallere gebeleniyor yeşerecek tohumun sevinci...
Yaralı bir umuttur Mezopotamya da sensiz bir yaşamın tortusu ve 10 yıllarca kimsesiz bir öksüz hüznüdür bu kör bekleyişler. Böylesine bir aşkınlığın ölümcül bekleyişine hiç bir umut yetmez iken, ben zulamda büyüttüm gözyaşlarımla suladım yokluğunu, sen hiç göremedin! İsabeti tam tutuyor yine ellerinin anlımın ortasına, sana bitiremediğim yalnızlıklarımın adını veriyorum... bir hayalde bir dipsiz uyku deminin kabusu oluyordun hep…
Şimdi daha iyi anlıyorum, anlaşılmak yok bu adını koyduğun ve senaryosunu çizdiğin masalda, anlamak acıyı beraberinde getiriyormuş. Anlaşılmak büyünün bozulmasına, anlamak büyülenmeye benziyor, bu efsun korkularımı ve karanlığımı çoğaltıyor, beni yalnızlaştırıyor, göz kapaklarımı açmamı zorlaştırıyor. Sevgi... İnanç... Emek... Ben hep inanarak, inanmanın sevgiyi getirdiğini, sevginin inancı gerektirdiğini ama doğruların söylendiği anlamına gelmediğini bilerek,emek/liyorum kendimi.Çünkü biliyorum hiç bir sevgi güvensiz yaşayamaz dağılır, yarısından kopmuş bir kadavra gibi ayaklarının ucuna düşer,çürümüş gövdesi ve gözleri miğdeni bulandırır.Yinede hep inanarak ama hep yanılarak,yorularak emek/liyorum... Sensiz ve başı dik… Kızmadan kırılarak, kırılıp içime dağılarak! Ve yorgun düşen bir kayıkçı gibi nerden geldiğini bile bilmeden durmadan sert “içimi acıtan” dalgalarla savaşmak gibi yordu beni bu hayat!!!
Gece basar, alır ben dehlizlerine? “Ak”Denizin keskin soğuğunu hissederek, teninde ısınmak, gözlerindeki aydınlıkla sabahlamak... yaralı ırmağım, kanadı kırık turnam, göğsümüze kenetlenmiş hasret?
Gecenin sabahı doğurmaya hazırlandığı zamanda; düğmeler çözülür, " ondan ne kadar uzakta olduğumu bile bilmeden” hızla aldığım nefesim göğüs kafesime sığmaz, söz biter sözcükler anlam bulmaz, buz gibi tenim erimeye başlar... Dudağımda gül yaprağı varken ve ben sana erirken, bulutlar arasında kaybolma noolur...Ay doğar ağlarım sana,
Ay kayar ve ben ağlarım ay?a? bir cemre düşer zulama ve radyoda bir ayrılık türküsü söylenir, “ayrılık ayrılık aman ayrılık her bir dertten yaman ayrılık…” ve bir cemre daha düşer yokluğunda, ezan seslerine karışır yalnızlıklarımın suskunluğu. Yokluğunsa varlığın, varlığınsa yokluğun gibi flo bir heyyuledir son fasılda, kürdi-li hicaz-kar bir şarkıda kalırsın hep, “seni görmem imkansız imkansız imkansız rüyalarım olmasa!!!”
Şafak demlerinin hüzün tılsımındayım...
Çatışmaların çözümsüzlüğündeyim biçare,
Buruklukların doruğunu mesken seçtim bugün.
Anıların acımasızlığı hançer olmuş yüreğimde,
”Nerden inceliyorsa kopsun” sözcükleri dudaklarımda,
Dudaklarım kuru,
Dudaklarım çorak,
Dudaklarım yalnız ve kanlı bıçaklı
Ve sen, hayatımın tınısı oluyorsun bu son fasılda…
Sevgi ve Barışla…