TUFAN,CUDİ HABUR VE BARIŞ!

MEZOPOTAMYA, TUFAN, CUDİ, GÜVERCİN, ZEYTİN DALI VE BARIŞ…

 

 

 

Günlerce süren deli yağmurlar, kopan fırtınalar, birbiri ardına çakan  yıldırımlar ve durulmayan sular Mezopotamya’yı işgal etmiş bir döneme son noktayı vurmuş bir dönemin kapılarını açmıştı. Gemi içindekilerle birlikte Cudi dağına inmişti. Şimdiki Şırnak sınırları içinde yer alan ihtişamı ile göz kamaştıran bu dağ, bereketi ile de günden güne dilden dile dolanarak günümüze kadar gelmişti. Mezopotamya mitosunda adı çeken ve yine bir çok kutsal kitapta adı çeken Nuh tufanı, yine kutsal kitapların dillendirdiği şekilde Nuh’un gemisi Cudiye inmişti. Gemiyi içindekilerle birlikte baş tacı ederek en tepesinde misafir eden bu dağ aynı zamanda o günden sonra da barışın sembolü olarak insanlık tarihindeki yerini alıyordu.

 

 

Cudinin tepesine demirlenen gemiden ilk çıkan-havalanan canlı olan Güvercin, kısa bir süre sonra yine gemiye dönüyordu. Gagasının arasına alarak getirdiği bir bitki, o günden sonra diğer bütün bitkilerden ayrıcalıklı olarak insanlığın en muhtaç olduğu bir kavramın simgesi olacaktı. Aynı zamanda güvercinde yine diğer bütün canlılardan farklı olarak dinlerin, dillerin, renklerin sınırların ötesinde aynı şekilde “en” yerini alarak tarihe yine “en” bir anlam kazandıracaktı. Güvercin, gagasında Cudi dağının yamaçlarından aldığı “zeytin dalını alıp gemiye dönerek Nuh’a uzatıyordu” diye yazıyordu bütün kutsanmış kitaplar.

 

Nuh,  güvercinin  kendisine getirdiği zeytin dalını güvercinin gagasının arasından alıp göğsüne bastırdı, sevdi, kokladı ve kendisi ile birlikte tufandan sağ kurtulan gemi halkına dönerek onlara gösterdi ve ekledi; tanrının izniyle bizi bağrına basan kucak açan bu dağ, bu güvercin bu bitki artık bundan sonra insanlık ailesi için bereketin ve kutsal bir yaşamın barış sembolü olacaktır.

 

 Mezopotamya, Yunan ve Mısır mitolojisinden günümüze kadar uzanan kimi tabletlerle, kimi efsanelerle, kimi ahitlerle, kimi söylencelerle söylenen her ifade biçimi insanlık tarihine mal olmuş kutsal bir anlamı da beraberinde getirmiştir. Sümerler başta olmak üzere dört kutsal kitap, İnka ve Maya medeniyetlerini de kapsayan efsanelerde adı geçen dünyanın büyük bir bölümünü kapsayan aynı zamanda insanlığın ikinci doğuşunu da vesile kıldığı bilinen Nuh tufanın indiği dağ bütün verileri bire bir Cudi dağını işaret etmektedir.

 

Ve güvercin ve zeytin dalı, o günden günümüze kadar insanlık tarihinin bütün dönemlerinde yine insanlığın yaşamı adına en kutsal kavram olan barışı da temsil ederek geldiği görülmüştür.

 

Lidyalılardan, Hititlere, Asurlulardan Sümerlere, Akadlardan, Friglilere  Artuklulardan Medlere kadar, Emevilerden Abbasilere, Osmanlılardan da günümüze kadar olan bütün süreçlerde, bu topraklar, yani Mezopotamya, hep kan, gözyaşı ve savaşların merkezi olmuş, her defasında viraneye dönüştürülen kana sulanan bu topraklar, yine kendi bereketi ile yaşama can vermiş, yaşanan acıları Dicle’nin Fıratın sularına bırakarak affetmeyi sonraki nesillere bütün hoşgörüsü ve hümanist akışıyla anlatmayı başararak kine intikama yer açmayarak yaşamı en asil duruşu ile barışa yer açarak selamlaşmayı bilmiştir.      

 

Keşifler ve medeniyetler çağı olan 21. yüzyılın son demlerinde yine aynı coğrafyalar kendi merkezinde yine savaşlara, katliamlara, soykırımlara, anlamsız acılara, kana gözyaşına yine acıyla tanıklık etmektedir.

 

Bereketli topraklar olarak tarihin bütün evrelerinde insanlık ailesine en özel hizmeti veren Mezopotamya’nın her bir karış toprağında,  dağında taşında adı konulamayan savaşlarla ya kan izi yada gözyaşının derin izleri sürüldü. Bu toprakların kimyası bozuldu. Metabolizması darmadağın oldu. Elli çeşit haritaya bölünen bu coğrafyalar, her bölünen haritada da elli çeşit sorunla hiçbir dönemde rahat yüzü görmedi. Sürdürülen savaşlarla insanlık, yine kendi soy kütüğünden gelen akrabalarının kanını bu topraklarla sulayarak barış tarlalarının çölleşmesine gedikler açtı.

İnsanlık ailesinin En muhtaç olduğu kavramlar olan  Barış ve sevgi, Güvercinin Nuh’a uzattığı zeytin dalı kadar insanlık ailesine yakın dururken, Mezopotamya’nın dört bir yanında süren savaşlarda ölenlere açılan mezarlarla “yine ne acıdır ki on binlerce dönümlük arazilere her gün bir yenisi eklenerek” zeytin tarlalarının alanlarını gittikçe yok etti ve buna dur diyenler de barış olsun diyenlerde yine savaşarak bunu elde edeceklerini de dillendirmeleri de ironik bir kazanım olarak galiplerin(!) hanelerine yine mürekkebi kan olan kalemlerle yazıldı

 

 

Bir kez daha tekerrür eden tarihin sayfaları, her nedense beyaz bir eklentiyi fazla korumayarak “kan kırmızı bir renk alarak” sadece bu yüzyılda yüz binlerce can aldı durdu Mezopotamya topraklarında….

 

 Bugün için yine bu topraklarda savaş, kin ve kan hakim iken, bütün dünyanın televizyon haberlerin de ve ajansların perde perde manşetlerinde yine Cudi dağının hemen altında bulunan Habur sınır kapısında ellerinde zeytin dallarını getirip dağıtan barış elçilerine tanıklık etti.

            Barışın bu topraklardan dünyaya yayılmasının  2. perdesini adeta aralayarak Mezopotamya da barışın yeniden yeşermesi için getirdikleri zeytin dalları ve karanfilleri, bu sefer Cudinin eteklerinden onları mimleyen, ötekileştiren, yok sayan inkar edenlere barışla uzatarak tarihe bir not daha düşürmeyi amaçladılar

Yüz yıllardır var olan bir sorun ve 25 yıldır  aralıksız devam eden “bu sorunun kaynağından çıkan” adı konulmayan kirli bir savaş.. sonuç, yıkım, katliamlar soykırımlar, ölümler, kan, gözyaşı kaos ve annelerin yüreğini bin parçaya bölen acı.

 Çözüm; barış sadece sadece ve sadece barış…

 

Sadece barış diyordu, üstüne basa basa… Barış için geldik diyordu, ellerindeki karanfil ve zeytin dallarını onları karşılamaya gelenlere atan, uzun boylu, esmer tenli, soluk benizli, gözleri simya bir barış elcisi… Sadece barış için geldik… insanlık ailesinin diğer bütün aileleri gibi bizde sadece  kendi dilimizle, kültürümüzle kimliğimizle “yine bu ülkede birlik ve beraberlik içinde” insan gibi yaşamak adına sadece barış adına geldik ve size bu karanfilleri zeytin dallarını veriyoruz ve ellerimizi uzatıyoruz diyordu…

 

 Nuh’tan beri kanla sulanan her çağda birkaç savaşın merkezi haline gelen Mezopotamya toprakları, yorgun hali ile “edi bese” dercesine asil bir duruşla barış çığlıkları ile her ırka, her dine, her dile, her renge hediye ettiği armağan ettiği zeytin dalını yine tutsun diye önce göğsüne sonra halklara uzatarak  vermek için esmer gülüşlü bin umutla birkaç elçiye ses vermesini bekliyor…”sizden” İnsanlar öldürülmesin, insanlar öldürülüp dipsiz kuyulara atılmasın, katliamlar olmasın, ormanlar yakılmasın, analar ağlamasın, suya hasret Nefeller gibi barışa susamış bu topraklara barış gelsin, bu yara kapansın diye…

 

Tarih  milattan sonra 2009, Nuh’tan on binlerce yıl sonra, bu sefer Cudi’nin etekleri, yine barış çığlıkları zeytin dalları yine birkaç “barış elçisi” güvercin …

 

Tarih, yine bu coğrafyadan yayılarak tanıklık etsin diye Nuh’tan sonra bir kez daha insanlık ailesi için yeni ve bembeyaz bir sayfa daha açılsın diye gagalarında zeytin dalları ile titreklikleri ve heyecanları ile birkaç güvercin gelip kondu Cudinin eteklerinde Habur çayına, Zeytin dallarını tutacak ve alacak bir  kardeş el bekler öylece… Analar artık ağlamasın diye…

23.10.2009

 
 
 
 

Copyright © 2008 Dündar Sansur.Her hakkı saklıdır.

www.dundarsansur.com

Tasarım:Faruk GÜNEŞ