Seçim kimsenin umurunda değil. Halk, ekmek diyor!!!”
Gidiyorlar, alıp düşlerini bilinmezlere gidiyorlar, avuçlarına gömüp kırılganlığın, sahipsizliğin izlerini alıp gidiyorlar…
Sürüler halinde gidiyorlar...
Kaderiydi onların bu gitmeler… kendi coğrafyasında umutlar yatalaktı, daha bir çok şeyin olduğu gibi umutta öylece zincire vurulmuştu…
Her gün göç başlıyor bu şehirde… diğer şehirde zamanın derinliklerine korsan yolcululuklar, onları başka coğrafyaların başka tenlerin bambaşka bir dünyanın koynuna hızla ulaştırıyordu...
Yavrularına yem bulmak için, yaşamda kendilerine bir nefeslik zaman belirlemek için, düşlerini başka mevsimlere ertelememek için düşleri gibi deniz kokan Akdeniz’e, Marmara’ya, Ege’ye, Irak’a gidiyorlar… Silopi’den Cizre’den İdil’den Şırnak’tan gidiyorlar…
Onlar Habur Gümrük Kapısı’nın mağdurları! Onlar umut mağdurları! Onlar gözlerinde şaşkın bakışlarıyla yarınlara siyah bir çizgi çekmekten başka alternatifleri olmayan diğer yarımız…
Diğer yaramız…
Sadece onlar değildi mağduriyeti yaşayan, bölgenin bütününde derin bir sancı, ekonomik bir yaradan kan akıyordu… esnafın, işçinin, çiftçinin, işverenin… bir bütün olarak herkes kan ağlıyordu. Ama en çokta kendi memleketlerini terk edenler çocuklarını, ailelerini, kardeşlerini alıp veya onları da alamadan teker teker, “kimisi Ege’de, kimisi Marmara’da” kimisi bilmem Türkiye’nin hangi uç köşelerine bir parça ekmek bulmak için yola çıkanların durumuydu içler acısı olan…
Son birkaç aydır özellikle Silopi ve Cizre başta olmak üzere batıya iş için gidenlerin sayısı binleri aştı ki gidenlerin de iş bulup bulmayacakları muamma… Çünkü oralarda da ekonomik krizlerin izleri kendini göstermiş bulunmakta…
Sadece batıya değil di bu göç dalgası. Bir de bütün “ölüm dahil” riskleri göze alarak her gün Silopi’den ve bölgeden onlarca genç Irak’a iş bulma umuduyla gitmekteler…
Mevcut hükümetin Habur kapısı ile ilgili beceriksizliğinden kaynaklı bu göç dalgası. Ne yazık ki gittiği yere de sorunlarını da beraberinde götürmekteler…
Son zamanlarda bölgede esnaf kan ağlamakta. Kime gitseniz “abe bugün siftah yapamadık. Kepenk kapatıp göç edeceğiz” diyorlar. “Seçim umurumuzda değil. Habur kapısı çalışsın!” diyorlar…
Şırnak’ta, Silopi’de, Cizre’de kimsenin umurumda değil seçim meçim! Herkes “Açız, iş yok! Habur ‘da sanki gizli bir ambargo var” diyorlar. Haksızda değiller. Artık bu beceriksizliğin sonucu sandığa yansırımı bilemem. Ancak vaziyetin hiçte ‘berkemal’ olmadığı gerçeği dağ gibi önümüzde durmakta.
Ama, bizim krizlerimiz de sosyolojik gerçeklerimizle paralel gelişir. “Bu durumlar beraberinde sosyal patlamaları da getirir mi?” diye sormak geliyor içimden. Seçimlere hazırlanan vekil adaylarının tümüne…
Habur Sınır Kapısı kapanırsa kriz birden vurur, beyin travma geçirir ve göçler başlar… çünkü başka bir şansımız ne acıdır ki yoktur. Kapının açık olduğu dönemlerde insanlar göç etmiyorlardı, edecek nedenleri de yoktu.
Değerli okurlar; huzur ve barış, ekonomik gelişmelere paraleldir. Çünkü aç insanı asla durduramazsınız. O değerlerini bile yer. Doğasında vardır açlığın. Bunu değiştirme şansına sahip değiliz…
Geri kalmışlık, sahipsizlik, eğitim koşulların geçmişe dönük rezalete varan ihmali, bunun sonucunda oluşan feodal yapı, cehalet ve kaderine terk edilmiş hayatlar…
Eleştirmek kolaydır ama eleştirdiğiniz noktada çözümde üretmek kimselerin işine gelememektedir… “maalesef “ siyasetçilerimiz, bürokratlarımız, iş adamlarımız, kısaca bir bütün olarak bizlerin de bu göçlerde yaşanan trajedilerde günah payımız vardır…
Evet değerli okurlar;
Onların adı mevsimlik işçi, onların adı mevsimlik insanlardı… öyle derlerdi onlara… Bu onları da rahatsız etmiyordu! Ama anlamında ne çok yaşamsal derin mana yatıyordu…
Oysaki, onları barındıracak “istihdam alanlarına” yer altı ve yer üstü zenginlere sahibiz. Şırnak ve Silopi kömür ocakları gibi daha bir çok istihdam alanları yaratabilirdik. Beklide hala şanımız var ama şimdilik onlar gitmeye devam edecekler. Ve yaşama dair düşlerini bir başka bahara erteleyerek gidecekler….
Peki ya siz kalmak için nedenleri olanlar?
Kıl çadırlarda, kıl yaşamlara, kıl ellerde, garip bakışların potansiyel hışmına uğradınız mı? Hiç böylesi uzaklıklarda ağladınız oldu mu? Gözlerinizden yaş akmadan yutkundunuz mu? Bilinmez bir öfke belirdi mi kaşlarınızda? Bilinen en has sahipsizliğe elleriniz tutkulu, diliniz tutkulu, hayalleriniz tutkulu, sevdanız tutkulu, güldünüz mü siz hiç söylesenize?
Hiç sanmıyorum…
Peki ya çocuğunuz, yaşamınız, düşleriniz… Başka diyarlarda başka mezarlarda bir daha hiç göremeyeceğiniz adı bile olmayan mezarlara konuldu mu?
Göç mevsimine her gün yenileri eklenerek gidiyorlar…
Arkalarında, gözleri zeytin bir çocuğun gülümseyerek el sallaması kalıyordu hafızamda...
“Güle güle gözleri umut, bakışları hüzün yüreği denizlerce berrak Botan’lı çocuk… güle güle…”
Barış ve sevgiyle…