Elesine...(9) Yine Yağmurlar Var ( SEN ) Yoksun…(

Gözleri çocuk bir gülüşle başlayan bir yarındır adınla başlayan bütün dualar, umuda yol veren bir aşkınlığa özlemdir adının baş harfine yürek veren umut.

 

Karşımda mahzun ve başı dik duruşuyla Cudi, sırtımda ayrılık kokan bütün aşkların hançer yemiş kan kırmızı çığlıkları, Gabar dağlarının vadilerinde karanlığına gömülür gibi çekip gider yokluğunda umut…

 

Nasıl anlatılır bu hal sana sevgili? Nasıl anlaşılır bu heyhat yoklukları Zin kokan yüreğin yıldız bakan uzaklığı? Ehmedi Xane’nin ruhu canlanır, Feki Teyran yeni bir göç başlatır kuşların cennetine, Melaye Cezer-i divanın da dertbest olur ilahi bir aşkın doğuşuna… İklimler deforme edilir… Köklü bir medeniyetin tarihi yeniden bahar kokar gelince adının baş harfi dile, şehri Botan’da…

  Şairler aşkı tartışır; Aragon, mutlu aşkı bağrına basar, Hayyam şarabın kızıllığında anlar yokluğu sevgilinin ne menem bir acı dolduğunu, Pablo Neroda, bir hüzün dağlar Dicle’nin kıyısında Şehri Cezire’de, Bırca-Belek surlarına gölgesi düşer bütün kahpe ayrılıkların… Bütün medreselerde şaha kalkar ilmin aşkla başladığı keşf edilir kutsal kitabelerin derinliği aşk kokar yeniden… Ve bir deli yağmur yağar, gözlerin bakan bir bulut ağlar durmadan bu şehirde… Sevgili, yine yağmurlar var sen yoksun. Üşütüyor kan kırmızı yokluğun, yoklukların..

 

                                                                        ***

 

    Akşamlar irkilir, bu şehrin yetim kalışına. Bütün kaldırımları sessiz bir iz kokar, ardında bırakılan umutlarla çocukların… Bu şehir sen kokuyor, bu şehir intihar bakıyor, bu şehir bir aşkın tınısına kan veriyor, durmadan kanıyor yokluğun… Mezarında bu şehrin, ölüler bir kez daha ölür öksüz birer güvercin titrekliğiyle cüzamlı yokluklarında…  Ve bu şehir katran karası bir gecedir, doğan güneşler örtmüyor karanlıkları yokluğunu…    

Sıcak yaz akşamlardan kalma gizemli tebessümün,Yüreklerde yarattığı mistik  düşün avuçlarda sevdaya dönüşmesi gibi.....Yaşamda dünlerin, bugünü yarınlarda yaratma çabası,

Yüreğinde bir çocuk sevinci doğurması gibi....Barışın en koyu renginin gökkuşağında zindanlara doğması gibi.....Kıraç toprakların, yağmura güzlerde anlam katan duası gibi.....

Doğduğum yerlerin güneşlerinin yüreklerde ateşlere dönüşmesi gibi.....

  Yasak melodilerin kulaklarında  usulca  çalması gibi.....Umudun baharlarda prangaları parçalaması gibi.....Yanaklarına uzak diyarlardan gelip seherlerin tatlı bir buse bırakması gibi.....Özlem duyulan anların duygularda bir paranoyaya dönüşmesi gibi.....

Mayınlı topraklarda sevdaya açan kardelenlerin  yüreklerde bıraktığı melankolik iz gibi.....

Çırılçıplak hasretlerin bedenlerde bir paradoksa dönüşmesi gibi..... Ellerine uzanan mülteci ellerinin ellerinde bıraktığı düş gibi.....Gözlerine dolayıp yaşamı bir tutam gülücük bırakan,

Vatansız çocuklarının anlamsızlıklarda anlam yüklediği gibi.....Sevgine, sevdana, selamına iltica eden bakışların bedeninde yarattığı boranlar gibi.....Ve unutulmuşluğun ezikliğini yaşayan yüreklerin haklı sitemi gibidir sana bu çığlık çığlığa haykırışlar.

 

                                                                      ***

       Ah sevgili; Nasıl anlatılır bu hal sana? Nasıl da anlamsızlaşır yokluğunda anlamlar,

Nasıl anlarsın anlamına anlam kattığım sensizliği? Nasıl anlarsın sana kilitlenen melankolik sendeki beni? Nasıl anlarsın sürgünlere dönüşen mülteci ezikliğimi? Nasıl anlarsın nefesinden yoksun yetim yanımı? Nasıl anlarsın matemlerin göğsümdeki çığ vahametini?

 

   Ya yangınlarımı kor kor  olup cehennem ateşlerinde, gülüşünün hayalinde tekrar dirilmemi nasıl anlarsın? Ya çorak coğrafyamda kıraç tenimin kan-ter halini, Sınırlı olmayan zamanlarda çilelerde derlediğim güli-zarı,  Nasıl anlarsın sevgine sevdana ekilen uçurum çiçeklerini, Nasıl anlatılır bu hal sana? Anlar mısın zindan boşluğuna düşen düşlerimdeki seni? Anlar mısın hasret yüklediğim yüklemlerin sessiz çığlığını, Anlar mısın düşleyenin düşünde ansızın düşüşünü? Anlar mısın kıyısında yaşamın gözlerine diktiğim bekleyişlerimi,

Anlar mısın yokluğunda bedenimin karanlıklarla kanlı bıçaklı  kavgasını?

Anlar mısın gecelerin koynunda zülüflerine beslediğim abu-hayatın son nefeslerini? Anlar mısın tarumar hülyaların endamına dönük susamışlığını? Ve anlar mısın içsel arzularda özlemlerimin çırılçıplak senli düşlerini?  Ötesinde aradığım sendeki bîgam beni...

 

 

     Sevgili; Nasıl anlatılır bu hal sana bilmem ki? Anlayabilir misin hüznün yokluğuna boyanan sarı rengini? Anlayabilir misin çözümsüz yalnızlıklara duldasız dalıp gittiğimi? Anlayabilir misin karabasanların çelik pençesinde gerilen yüreğimi? Anlayabilir misin med-cezirlerde sana çırpınan senli hislerimi? Anlayabilir misin türkülerin sessiz haykırışını, şiirlerin tutkun çığlıklarını? Anlayabilir misin Anka Kuşu’nun Güneşe olan sevdasındaki ölümcül tutkusunu? Anlayabilir misin sensizliğin sol yanımdaki hançer yaralarının derinliğini? Varsıl demlerimde hangi bilinmezleri yoklaştırdığımı anlayabilir misin?

 

  Şehri Şerneğ’in hüzün bakan daracık sokaklarında, toprak damlı evlerden deli bir yağmur boşalıyor durmadan… Yokluğunda, gözlerim yağmur ağlar, yağmurlar gözlerim ağlar, kimseler görmez yüreğim yağmur boşalır bu şehrin daracık sokaklarında. Mülteci bir çocuk yüreğiyle kalabalıklara karışır giderim öylesine…

            Yine yağmurlar var sen yoksun, nerde kaldı sesin hangi teldesin?

05.03.2007

 
 
 
 

Copyright © 2008 Dündar Sansur.Her hakkı saklıdır.

www.dundarsansur.com

Tasarım:Faruk GÜNEŞ