"Bu yazı (Urfa’da, Batman’da, Diyarbakır ve şehri Silopi’de)Sel felaketinde körpecik hayatlarını kaybeden çocukların Annelerine atfen yazılmıştır…"
Yağmur mu yağıyordu, Anneler mi Ağlıyordu? Kimseler Görmüyordu; Mezopotamya’da..!
Bir gece yarısı sessiz bir deprem çöküyordu gökyüzünden, gözyaşları kar etmedi o gece. Sular bir kez daha yükseliyordu Nuh’tan sonra…
Derin bir uykuya yıldırım düşerken mavi düşler uyandırılıyordu…
Anneler ölüm görüyordu, çocuk çığlıkları rüyalarda sessizce…
Bir ölüme çocuklarını veriyordu kadersiz bir keder ağı. Gözlerini açmadan uyurken gidiyorlardı, arkalarında sular bırakarak ve sel gibi göz yaşları akıyordu yağmurda… Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu?
Kimseler görmüyordu; MEZOPOTAMYADA..!
Diyarı-Bekir’de, Rıha’da (Urfa), Batman’da, şehri Nuh’ta ve şehri Silopi’de kalbinden vuruluyordu umutların sıcak demi. Bir gülüş beklenirken yarına dair, hayatın en karanlığına bir küfür bin küfür kusuyordu o gece bir anne… ve yüreği aşk kokan, Zin kokan annelerin feryatları. yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; MEZOPOTAMYADA..!
Ey acı, kuşanıp bütün silahlarınla Mezopotamya ya gerimi geldin bir gece yarısı, su-dan sel-den bahanelerle hançerlerlerini bile bilenmeden haince bir dehlize gömüyordun o gece mavileri, maviye tutulan umutları ve o umutların tükenişine bir yıldırım eşlik etti o gece, eteklerinde Cudi’nin Hz. Nuh’un şehrine bir seher vakti öylesine haince. Kalbine saplanıyordu sudan bilenen hançerler Batmanda 8, Diyarbakır’da 5 Ş.Urfa’da 3, Silopi’de 2 çocuğun gül gülüstan gülüşlerine.
Ey ACI; gerimi geldin adına destanlarca insanlık kokan bu coğrafyaya… Adını da gizleyerek kodların şifrelenmiş bir katran karası gecenin gözlerinden kan kırmızı can alarak beklenmeyen bir kaosla karmaşaya yeniden merhaba diyordun o gece… Herkes güneş beklerken sel geldin sen geldin ey ACI… Oysa ne çok gelgitlerin oldu. Ne çok Papatyalar Berfinler soldurarak. renklerin farklıydı, gelişlerindeki ayak seslerin farklıydı, kurduğun kahpe tuzakların tarzına akıl sır ermiyordu bir denklemin çözülemeyen sırrında. Ey ACI; Ve yine çocukları mesken seçiyordun, sağır edilen bir gecenin biten yarısında. Çığlıkları yeri göğü inletirken sessizce bir ölüm doğuyordu sessizce bin ölüm oluyordu diğer adın… Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; MEZOPOTAMYADA..
Ey ACI; güneş başka kıyılara nergis açarken, sen bir annenin yüreğindeki baharının limanına demir atıyordun o gece… Nafile bir umut mahmurluğu adını yitiriyordu o gece…
Ve sen Ey ACI; ölümcül bir yarayı sonsuzluklarca kan kırmızı deşiyordun, artık bundan sonra türkülerin son nakaratı hep acı dolacak kahpece ayrılmışlıkların mimiklerinde çelişkisel bir yanılsama derin bir boşlukla anılacak o soğuk, o mat, o diğer adın
ÖLÜM…
ÖLÜ…
ÖL…
Ö…
Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; MEZOPOTAMYADA…
Karanlık simsiyah bir perde gibi örterken tüm şehri, gebe kalıyordu o gece sel ile sel gibi bir ACI! … Doymadan yeni ölümlere. Çocuk ölümlere, çokça ölümlere… Şehir öksüz bir çocuk bakıyordu, çocuk öksüz bir anne kalıyordu, anne bir çocuk ağlıyordu. Yağmur bir ölüm akıyordu, ölüm elleri büyümeyen "yüreği Cudi " bir çocuğa mezar açıyordu o gece.
Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu;
MEZOPOTAMYADA.
Ey anne, benim annem; Nerde sömürülmemiş yürek hem de en balasından, işgalsiz beden, kavgasız bir gülüş, umutsu bir kucaklama, güle oynaya bayram tazeliğinde bir anneye torbasından “yanaklarca kokan” şeker ikramı Nupel’da olur adı düşlerin mizanseni
AN BE AN…
Ey ACI; kahpe mayınlara ayak veren o çocuk(lar) ölmüyordu, bu coğrafya da, adına annelerce Nupel’da hala gülerken, gülüşlerinde cennet kokan bir bakışın deltasına bir melek bir aşk kokan gülüşle öpüyorken ellerini, o çocuk(lar) bir sele sel oluyordu, bir sele can veriyordu farkına varılmadan bir Annenin kirpiklerinden ayılıyordu ve sel oluyordu KAN KIRMIZI GÖZ YAŞLARI O GECE… Gözlerinde bin bulut, yüreğinde bin yıldırım ellerinde tonlarca bastırılmış acı akıyordu kan kırmızı. Yağmur mu yağıyordu, anneler mi ağlıyordu? Kimseler görmüyordu; MEZOPOTAMYADA
Ve sen “yüreği Cudi, elleri Simya, gülüşleri Siyabent bakışları Leyla” EY ÇOCUK; adın savaşlar da, adın depremler de, adın mayınlarca, adın selle gelir. adın büyümeden mezar, adın körpecik bir güneşe verilir zamansız ölümlerde kadersiz bir keder. Ve adın sen uyurken gözlerinden ince bir gözyaşı gelir doymadan o melek Anneye bir başka zaman paranoyasında bir başka iklimin yüreğinde buluşmak, büyümek gülmek bir Nupelda açmak adına HOŞÇAKAL dersin gözlerinden ince bir gözyaşı son kez dökerken… ve yağmura karışır o cennet kirpiklerinden son akan, sen akan…,
“İrem bağına giderken…”
Ve ben, yüreği yara, yarası yürek… Betimsiz imgelerle acılara kan veren ÖTE; gün ortasında bir yağmur çöküyor kırık bir mızrabın fasıl deminde, karanlıklar nihavent bir hüzün demler, şakaklarımda bir sonbahar mevsiminde şehri Mezopotamya da. Annelere ağlıyorum... Selin alıp götürdüğü hatıralardan arta kalan kerpiç bir duvarın yıkık yamacında bir Anne ölüyorum, bir doğuyorum bir anne oluyorum…
Ve yağmur gözlerimde, gözlerim yağmurda bir hicaz ağlar
İçselleştirdiğim bütün tümcelerle…
06.11.2006