Dicle’nin derinliğiyle bir balıkçı kuşu gülüşü gibi güzel sesiyle çakıl taşları arasından sızıp gelen su, çimenler, Cudi’nin eteklerinde açan dağ çiçekleri nergisler, ceylanlar, kuşlar, denizler, yeni doğmuş süt kokan bebekler, güller, toprak, rüzgarda nazlı nazlı devinen yapraklar, ağaçlar, kısacası her şey. Ne yana baksam her şey bana insanları anlatır. İnsanların inceliğini, duyarlılığını, insancıllığını, sevecenliğini ululuğunu, yaratıcılığını, yürek diliyle yazılan bir şiir aşkınlığını hatırlatır. Yarınlara ve Umuda ve Barışa dair…
Dünyada bunca yıkım, kıyım,zulüm,ihanet ve kötülükler olmasına rağmen, yine de insanlar hakkında kötü düşünemiyorum. İnsanları öylesine güzel, öylesine derin, anlamlı, zarif incelikli düşünüyorum ki, onları güneş gibi sıcak, toprak kadar vefalı, su kadar temiz, çimenler gibi zarif, ceylanlar kadar güzel, kuşlar gibi özgür ve verimli bir toprak kadar ağır ve olgun düşlüyorum.
Ya güller, gülleri anlatacak kelime bulamıyorum, o üstün gururlu, minnet nedir bilmeyen, kendinden güzelliğinden emin, güller bana daima genç kızları hatırlatır. İnce, hassas, kızararak bakan, soluveren, hemencecik küsen, kırılan, tatlı bir söze gülümseyişe hemen açıveren yüreğini. Güller ki her yaprağı bin bir mana bin bir renk, ahenk ve ifade dolu.
Savaşlar, silahlar, ölümler, iftiralar, intikamlar, açlık, sefalet,ilkel ırkçılık,dini bağnazlıklar, kan, kin, nefret, bütün bunlar beni hayal kırıklığına uğratsa da; her şeye rağmen insanları güzel düşlemekten kendimi alamıyorum. Çünkü insanları yeryüzünün en değerli varlığı olarak görüyorum. Vicdan, adalet, merhamet barış ve sevginin, insanı insan eden öğelerin en başında geldiğini unutmayarak yaşıyorum. İnsanı insan eden bir diğer öğe ise bilinç ve düşüncedir, duyguysa olaylar karşısında ve yaşamda insanın yaşadığı acı ve sevinçtir. İyilik, dostluk, güzellik, adaletli ve vicdanlı ve ve barışçıl olmak salt insana özgü bir olgudur. Çünkü insan sosyal bir varlıktır. Aydınlık ve karanlık nasıl birbirinin zıddıysa, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik de birbirinin zıddıdır. Ama evrende her şey iç içedir ve beraber yaşar. Karanlık, kötülük, çirkinlik nasıl ki körlüğü, cehaleti, zulmü, haksızlığı, adaletsizliği, vicdansızlığı, sevgisizliği, hoşgörüsüzlüğü temsil ediyorsa. Aydınlık,iyilik, güzellik de, bilgiyi,doğruyu, dostluğu, merhameti, dürüstlüğü, adaleti ve vicdanı temsil eder. Unutmayalım ki, tabiatı güneş aydınlatır, insanı da bilgi. Bilgi eğer iyinin ve vicdanın hizmetinde ise hakça paylaşım ve adalet olur. Yoksa, haksızlık, vicdansızlık, zulüm ortaya çıkar.
Yirmi birinci yüzyılda hala insanın inancına, diline, kültürüne,bilincine, düşüncelerine, görüşüne ket vurarak, baskı uygulayarak, mide bulandıran yasaklar uygulayarak hakaret ederek bir yere varmaya çalışan sırtlanları anlamaktan güçlük çekiyorum. Tertemiz bir suyu bulandırmak ne kadar kolaysa, bir insanı dininden, inancından, renginden, dilinden,tipinden dünya, görüşünden dolayı, hor görmek,küçük düşürmek, aşağılamak, red etmek iftira atmak da belki o kadar kolaydır.
Önemli olan yaşamayı bilmek ve yaşarken de paylaşmayı, dünyada her insanın yaşam hakkına saygı duymayı, insanları anlamayı ve en önemlisi de hoşgörüyle bakmayı savunmak ve sevmesini bilmek. Her şey son derece hassas ve basit. Zor görünse de. İnsanları diğer canlılardan ayırtan özellikler de bunlar olsa gerek.
Ama sırtlanlar gün aydınlığını sevmez. Güzellikler onların meselesi değildir. Onların gülistanı çirkinliklerdir. Nefrettir, kindir, düşmanlıklardır. Onların hiç kimseye merhameti, sevgisi, saygısı olmaz, hatta kendilerine bile. Yürekleri, beyinleri, kan kin nefretle doludur. Erdemleri namusları bacakları arasındadır,namusları kadar beyinleri ve yürekleride kirlidirler.
Bence bu dünyada ihtiyacını duyduğumuz ve muhtaç olduğumuz en önemli şey sevgi, dostluk “gerek uluslararası gerekse toplumsal” barış ve hoşgörüdür. Küçücük bir tebessüm ve tatlı dil, karşımızdakine verebileceğimiz en güzel hediyedir, unutmayalım. İnsanlar sevmeli, şartlar ne olursa olsun insanlar sevmesini bilmeli. Hayata hoşgörü ile bakılınca olaylara pek çok şey yumuşuyor. Bunu hepimizde biliyoruz mutlaka, ama yinede söylemeliyiz biri birimize, hatırlatmalıyız. Çünkü yaşamın tadı ayrıntılarda gizlidir, yaşamak sevmektir, hissetmektir, anlamaktır.
“Bir Kızılderili dede ile torunu evlerinin önünde oturmuş, biraz ötede boğuşan biri siyah diğeri beyaz iki köpeği seyrediyorlarmış. Torunu sormuş: - Neden iki tane köpek besliyorsun? - Onlar benim için iki simgedir evlat demiş, iyilik ve kötülüğün simgesi... İyilik ve kötülük de içimizde böyle sürekli mücadele eder durur. – Peki, sence hangisi kazanır mücadeleyi? diye sorar. Bilge reis derin derin gülümser ve derki, hangisi mi evlat? ben hangisini daha iyi beslersem o“
Yılgınlıkların yorgunlukların damarlarımızda dolaşıyor olması bizi bıktırmamalı ve de ilgilendirmemeli. Bize yüreğimiz gerekli, sevgiyi görmek ve duvarını örmek için. Korkmadan, yılmadan bozgunlardan barışı ve sevgiyi kirleten yozluklardan.
Düşüncelerimiz, yargılarımız, önyargılarımız; ne kadar barajlar, dalkıranlar inşa etsede o yakıcı yıldırımların beynimize ulaşmaması için, ne kadar tarihsel, kültürel ideolojik gündelik paratonerimiz olsa da, bir yerden sonra, en azından şöyle kendi yüreğimizle başbaşa kaldığımızda , eminim anlarız. Eminim anlarız, bir kez olsun, biz de yürekten o soruları sorarsak kendimize, sormak durumunda kaldığımızı kabul edersek hiç olmazsa.
Anlatacak bir şeylerin varsa yarınlara,Okunmamış bir kitap,Söylenmemiş bir söz Yapılmamış bir resim gibi,Sevgi üstüne, barış üstüne, kardeşlik üstüne vs vs….
"BARIŞ’IN SESİNE BİR TEK KORKAKLARIN KULAKLARI TIKALIDIR!...."sadar.
"O SESE…..!!! Ve Yüreğinize... Selam Olsun...”
Dündar Sansur....31.07.2006