Hayalet Sevgiliye…”öylesine”
Gece, karanlığını bir örtü serer gibi ,yavaş yavaş seriyordu,aydınlığın üzerine.Cudi lacivert bir gülüş,Dicle, esmer bakışlı bir Leyla,hayırsız dağları uzak bir coban ateşi,Hizil acıyla gözyaşı yüreğimde,ve Yüreğimdeki ışıkda,günün aydınlığıyla birlikte yitiyor gözkapaklarımda,karışıyordu gecenin karanlığına.Ben yine yanlızlığımla baş başaydım.Üstelik gece,tıpkı diğer geceler gibi,ıssız,soğuk ve ürkütücüydü
Ve bu elemli saatlerde Uzaklardan bir ses olmanı isterdim, bir selam, bir nefes... "Üşüme" diye seslenmeni isterdim... Bir el olmanı isterdim, bir kol... "Özledim" deyip sarılmanı... En karanlık yerinde düşlerimin çıkıp gelmeni isterdim kınalı bir bahar gibi,Gabara ilk ışığını birakan bir Eylül güneşinde umut ışığı olmanı isterdim hayatıma...
Gelseydin ve yaslasaydım başımı omuzuna ağlasaydım doya doya ... Geçerdi üşümesi yüreğimin, geçerdi üşümesi içimin, kirpiklerimde yağmurlar dumanlanmazdı biliyorum...
Seninle suları yeşil bir Mezopotamya ırmağının kıyısında buluşmak, saçlarının kokusundan öpmek, içime çekmek ve serin soluğundan içmek, sana sarılmak, kuçaklamak, uçmak istiyorum…
Ama nafile, aramızdaki bütün yollar kapalı,bütün yolcular ne-yar!... Bütün dallar kesik... Yokluğun buz gibi soğuk... Üşüyorum... Yüreğim de donmuş sanki. Gözlerimde... Ateşler içinde bedenim... Öyle bir üşüme ki, hiç bir şey ısıtmıyor artık. Bütün uzuvlarım uyuşmuş. Ezip geçiyor ruhumu acılar...
Bilirim, sevmek bir ateşe dokunmaktır; yakmaktır yüreğini yangınlarda bu doğu akşamlarının ürkekliğinde solumak,anka kuşu gibi kendi küllerinden yeniden doğmak!!!. Ama ben üşüyorum. Yokluğun buz gibi soğuk. Yakacak bir şeyimde kalmadı artık…
Ağlıyorum, buza dönüşüyor gözyaşlarım… Ağlıyorum, akıp gidiyor gözyaşlarım Dicleye… Bakakalıyorum ardından çaresiz…
Ah! bir el olsan dokunsan alnıma, okşasan saçlarımı bir anne şefkatiyle.. Geçerdi ağrısı başımın, geçerdi biliyorum... Bir gül olsaydın bahçemde, koklasaydım nefes nefes, çekseydim içime derin derin... Bir göz olup baksaydın gözlerime, çekip alsaydın içindeki hüznü... ah! bir bilsen nasıl sevinirdi yüreğim, nasıl sevinirdi dudağımdaki gelincik, kapımdaki akasya...
Susuyorum artık derin derin... Ve sessizce soluyorum bir hazan yaprağı gibi,Eflatun kokan bir Botan şafağında ... Oysa ne kadar çok hasretim konuşmaya, anlatmaya
anlaşılmaya... Oysa ne çok istiyorum, tüm bedenimden söküp almanı
yalnızlığımı, hicranımı bir tılsımla...
Yüreğim kanrevan, dikenler acımasız, ayaklarım kırık koşamıyorum artık doruklara, menzil uzak...
Önce sen gel sevgili, solmadan resimler, şiirler sislenmeden... (F)İşlenmeden, geceler ve gozyaşıyla suladığım çoğrafyam ve sonra ... Sonra ölüm gelsin...
Şimdi ateşler yakıyorum temmuz gecelerine
Oysa nerden bilesin ki umudun üşüdüğünü
Eylül düşlerimi tazeliyorum canlanır özlem
Yağmur mevsimine de çok var sevgili…
Göçmen kuşlar da gitti bir bir
Yine yalnızlık düştü payıma, şafak sökümünde
Coğrafyamda yasaklı ezgiler gibisin bu demlerde…
Hani -yağmur olsan- diyorum yine
Ateşime meltem,
gözüme umut olsan diyorum.
-Gelsen- diyorum,
tenime sığınak,
yüreğime barınak
-Canıma bir özünü katsan- diyorum.
Yok-luğun buz gibi….
Dündar Sansur...-01.03.2006