Zemheri…

Zemheri…

Üşüyorken yüreğimde yakamozlar
Denizler boğulur bakışlarımın med-cezirlerinde,
Gökkuşağı olursun zemheri dünyamın kıyısında...
Yalnızlığımın kalabalıklarına kurşunlar sıkılıyorken,
Yokluğuna dem vurur sessizliğin çığlıkları,
Uzak ufuklardan üryan coğrafyama
Rüzgarlar getirir teninin kokusunu...
Yasemen kokan sevdamın karanfil mecalinde,

Duygularımın dokusunda gözlerin canlanır
Ve firkatin ellerine papatyalar tutuşturulur.
Yağmalanan hislerimden kalan- ganimetleri- sen alırsın.
Oysa ki, yeni toplamıştım, ne de zor toplamıştım,
Hazanda hislerimin bereketine ne dualar okumuştum.
İsyan etmiyorum barbarlığına, senin de hakkın vardı,
Tek isteğim: Bari ellerini bana bırak senden geriye...

Zaman dışı zamanları kim anlar ki desem,
Tarihe gömdüğüm hüzünbaz sevgi kırıntılarımı,
Kim toplayabilir takvim sayfalarından bir bir?
Anlamsızlaştırılan anlamlarda geriye gelir mi anlamlar?
Ben, adını yokluk koydum bir parça ekmek arayışı.
Gecelerimden sökülüp alınan sabahlarım gibi,
Yankısı olur düşün, düşsel düşünüşlerde.

Taş değilim ya, bilirim elbet sabrın buzullarını
Öğrettiler bana zemheride, sıcağın düşteki soğukluğunu
Vah babam, vah! Ne zormuş sevda, ne zormuş ben,

Ve Siz; Ey Mitolojiyi acıyla yoğuran aşıklar!
Romeus, Mecnun, dağları delen Ferhat ve Mem...
Affedin beni, günahınıza girdim olmadığınız senaryolarda
Arkanızdan ne çok kahkaha attım siz yoktunuz…

Ağlamak da varmış burukluğunda gülümsemelerin,
Aşkın büyüsüne kapılmak da varmış derin bir espride...

Ama şimdi bir başka bahardayım...
Bir başka zaman paranoyasında...
Bir başka iklimin ikileminde...
Bir başka düş kırıklığında, düşler sokağında...

Göğsüme ekiyorken sevdanın gülîzârını
Ve Açıyorken yapraklarım koklanmadan
“Solar mı? ” demeyin sakın!
Bir ben bilirim çünkü.
Öyle demeyin, üzülürüm çünkü.
Solan ne çok yasemen varmış oysa ki
Ne çok mayın varmış, tarihin tecellisinde zozanlarımda,
Ne çok ben varmış, ne çok biz yokmuşuz meğer,

Bir başka hançer demini daha yaşıyorum uzay çağında...
Hasretin, buharları toplarken bulutlara,
Özlemlerin ter yağışıdır, temmuz yağmurları...
Sırılsıklamlığında bedenim yine yağmurları ıslatır.
Ama sen görmeyeceksin, duymayacaksın da beni,
Çünkü acılarım kadar, sevinçlerim de var...

Gökyüzüne düşürürken seni ansızın,
Ellerimden kayarsın nedenli bir akışta.
Nedensiz bir çoğul olursun tekil düşlerde,
Nedenlerde yoksun, aramıyorum artık
Olmayan ne-densizliğini…

Meğer sen yokmuşsun düşler sokağında,
Meğerse kısa bir zaman dilimiymiş aşkın’lığın,
Meğerse yalancı bir baharmışsın.
Çobanaldatanmış sevda yüklü bulutların

Baharda güzlere dönüşen bir sarmaşık
Ama ben hala baharlarımdayım güzlere inat...
Ama ben hala öteki-sen-deyim sana inat
Ama ben hala düşlerimi saklıyorum çocuk gözlerimde...
Ama ben hala düşler sokağında sevdayım,umudum
Düş ekiyorum siyah vedaların, mavi akışlarına
Ama ben hala gülümsüyorum inatlarına inat…

Ve gidiyorum şimdi sana bakmaya.
Gökyüzüne düşmeyi ne çok istermişsin meğer,
Ne de çabuk ısındın karanlıklar krallığıyla,
Ne de çabuk gittin bilinen bilinmeyenlere...

Coğrafyamın kıyılarında göremiyorum gül yüzünü,
Dağlarımın yüreğine yansımıyor buzul sıcaklığın,
Meğerse başka mekanların zemheri kıyısında
doğmuşsun,
Meğerse benim sevdam “dağlarım”, yalancı ışığını,
barındıramamış
Benim coğrafyamın kıyılarında işin de zordu ya neyse
 

Dündar Sansur

 
 
 
 

Copyright © 2008 Dündar Sansur.Her hakkı saklıdır.

www.dundarsansur.com

Tasarım:Faruk GÜNEŞ